Bu yazımızda sizlere D harfi ile başlayan deyimler , deyimlerin anlamları ve örek cümleler hakkında sizlere kısa bilgiler vereceğiz.
Dağa çıkmak : Hükümete başkaldırıp dağda, kırsal yörelerde eşkıyalık yapmak.
Dağa kaldırmak (birini) : İstediğini elde etmek için birini dağa kaçır mak.
Dağ başı: -1. Kent dışı, ıssız yer. -2. Yasaların geçmediği, herkesin dilediğini yapabileceği yer.
Dağdan gelip bağdakini kovmak : Sonradan geldiği halde oraya ken dinden önce gelip yerleşmiş olanların hakkını çiğnemek, onları be ğenmez olmak.
Dağ (doğ ura doğ ura bir) fare doğurmuş (doğurdu) : “Büyük sonuç vermesi beklenen şey küçük bir verim sağladı.” anlamında.
Dağ (dağlar) gibi: -1. Pek iri, çok güçlü (kimse). -2. Göz korkutacak ölçüde çok olan (şey).
Dağlar dayanmaz : “Bu aa felaketin üzüntüsü dayanılacak gibi değil. anlamında.
Dağ taş : Her yan, her taraf.
Daha iyisi can sağlığı: Elde edilen bir şeyle ya da karşılaştırılan bir durumla yetinilmesi gerektiğinde söylenir.
Daha (daha da) neler: -1. “Öyle şey olur mu?” -2. “Amma yaptın ha!” anlamında.
Dalavere çevirmek (döndürmek) : Gizli bir iş çevirmek, yasadışı yol lardan iş becermek.
Dalavere dönmek : Gizliden gizliye bir aldatmaca hazırlanmak.
Dal budak salmak: -1. Bir konudaki haber ya da söylenti, her yana yayılıp genişlemek. -2. Gelişip büyümeye başlamak.
Daldan dala konmak (atlamak) : Sık sık iş, konu ya da düşünce değiştirmek.
Dalgacı Mahmut: Yapılması gereken bir işi benimsemeyen, kaytana kimse için şaka ya da alay yollu söylenir.
Dalga geçmek : -1. Yapması gereken işle uğraşmayıp zihni başka yer de olmak. (Kars. Tünel geçmek.) -2. Biriyle alay etmek, belli etme den eğlenmek; matrak geçmek. (Kars. Maytaba atmak.) -3. Biriyle geçici gönül ilişkisi kurmak.
Dal gibi: Çok ince, çok zayıf (kimse).
Dalına basmak (birinin) : Hoşlanmadığı bir davranışta bulunup onu kızdırmak.
Dalına binmek (birinin) : Onu tedirgin edici, kızdırıcı davranışta bulun mak.
Dallanıp budaklanmak: Bir iş ya da bir sorun genişleyerek karmaşık bir durum almak, çözümü güç bir duruma gelmek.
Dallı budaklı: Çok ayrıntılı, karmaşık, çapraşık, anlatılması ya da çözü mü güç olan.
Dama çıkmak : Cinsel dürtüsü azmak, bunu dışa vurmak.
Damağı kurumak : Çok susamak; boğazı kurumak.
Damak zevki: Yiyeceklerden tat alma, yemekten haz duyma.
Damarına basmak; Duyarlı olduğu bir konuya değinerek onu kızdır mak.
Damarı tutmak : Huysuzluğu üzerinde olmak, aksiliği tutmak.
Dama taş; gibi oynatmak (birini) : Bir kimsenin yerini keyfi olarak sık sık değiştirmek; onu bir yerden bir yere göndermek ya da atamak.
Damdan düşer gibi: Birdenbire ve yersiz olarak söz söylemeyi, ya da söylenen sözü anlatmak için kullanılır.
Damgasını taşımak (bir şey, bîr şeyin) : Bir şey söz konusu şeyin özelliğini taşımak.
Damgasını vurmak (birine, bir şey): O kimse için kötü bir yargıya varmak; onu kötü bir adla adlandırmak.
Damgasına vurmak (biri, bir şeye kendi): O şeye kendisiyle ilgisi olduğunu ya da kendi yapıtı olduğunu belli edecek nitelikler vermek.
Damga vurmak (birine) : Onun hakkında kötü bir yargı vermek.
Damga yemek ; Hakkında kötü bir yargı yerilmiş olmak.
Damoktesira (Demoktes’in) kılıcı (gibi): Oiumsuz durumlarda gerçek leşme olasılığı bulunduğunu hissettiren tehdit.
Dam üstünü saksağan, vur beline kazmaytı : Hiç ilgisi yokken ve birdenbire söylenen söz ya da söz söyleme için alay yollu kullanılır.
Dananın kuyruğu kopmak : Beklenen ya da korkutan durum gerçek leşmek.
Danışıklı dövüş : Başkalarını aldatmak ya da atlatmak amacıyla Önceden yapılmış gizli bir anlaşmaya dayanan tutum, davranış.
Dara düşmek : Para sıkıntısı çekmek.
Dara gelmek: -1. Aceleye gelmek. -2. Zorunda kalmak, mecbur olmak.
Dara getirmek (bir şeyi, birini): Onu aceleye getirmek, onun sıkışık durumundan yararlanmak.
Dar boğaz : Sıkıntılı, bunalımlı durum, dönem.
Darda kalmak : -1. Paraca sıkıntıya düşmek. -2. Zor duruma düşmek
Dar gelirli: Geliri, gereksinmelerini tam olarak karşılayamayan (kim se). (Kars. Orta direk.)
Darısı (dostlar) başına : “İyi, mutlu bir olayın benzerlerini dostların da görmesini dilerim.” anlamında.
Dar kaçmak (bir yerden, bîr şeyden): Kendisi için tehlikeli olabile cek bir yerden, bir şeyden güçlükle kurtulmak.
Dar kafalı: -1. Anlama yeteneği sınırlı olan, anlayışsız (kimse). -2. Tu tucu (kimse).
Davulu biz çaldık, parsayı başkası (el) topladı: “İşi biz yaptık, karşılı ğını başkası aldı.” anlamında.
Dayak arsızı: Dayak yemeğe alışmış (kimse, özellikle çocuk).
Dayak atmak (birine): Onu dövmek; kötek atmak.
Dayak düşkünü (düşmanı) : Dövülmesine yol açacak hareketlerde bulunmayı alışkanlık haline getirmiş (kimse).
Dayak kaçkını: Dayak hak etmiş (kimse).
Dayak yemek: Dövülmek; kötek yemek.
Dediği dedik (çaldığı düdük): Kendi bildiğinden dönmeyen, sözün de ısrar eden (kimse).
Dediğine gelmek : Birinin önceden kabul etmediği düşüncesini sonra dan uygun bulmak
Defibela kabilinden : (esk.) Başından savmak için istemeye istemeye:
Defihacet etmek :fesk.) Büyük aptesini yapmak (Kars. Aptest boz mak.)
Defterden silmek (birini) : Onun adını anmaz olmak, onunla ilişkiyi kesmek, yakınlığa son vermek
Defteri dürülmek : Öldürülmek -2. İşten uzaklaştırılmak
Defteri kabarmak : Borcu çoğaldıkça çoğalmak.
Defteri kapamak: Sözü edilen işi artık yapmaz olmak, o işten bun dan böyle hiç söz etmemek.
Defterini dürmek (birinin) : -1. Onu öldürmek ortadan kaldırmak. -2. Onu perişan edecek bir düzen kurmak.
Değer biçmek (bir şeye) : O şeyin paraca _ karşılığını saptamak, fiyatı nı belirlemek, kıymet biçmek.
Değer vermek : Özel İlgi ve saygı göstermek; k.yms-t w#nm-.k.
Değil mi ki: Madem, mademki.
Değirmenin suyu nereden geliyor? : “Söz konusu İşin yapılmasını karşılayacak para nasıl sağlanıyor?” anlamında.
Değiştokuş etmek : Değerce eşit olan şeyleri karşılıklı alıp vermek, ta kas etmek
Değme keyfine : “O durumdan çok hoşnut, memnun.” anlamında.
Deli çıkmak : Aklım kaç r m ak.
Deli divane olmak: Bir şeye, kimseye aşırı derecede tutkun olmak; onu çıldırasıya sevmek
Deli dolu : Kabına sığmayan, taşkın ruhlu (kimse).
Delik deşik etmek (bir şeyi, birini*): -1. Bir şeyin her yanında delikler açmak -2. Yaralayıcı bir aletle bir canlının vücudunda birçok yara aç m ak.
Deliksiz uyku : Hiç ara vermeden uyunulan ve uzun süren uyku.
(Kars. Ağır uyku.)
Deli olmak (bîr şeye) : -1. Ona kendinden geçercesine bağlanmak onu çok sevmek -2. O şeyden ötürü çok sinirlenmek
Deli pösteki sayar gibi: Çok karışık, çok parçalı ve iç sı ki a bir işle uğ raşır tarzda.
Deli saçması: Çok saçma ve anlamsız söz.
Deme gitsin (değme gitsin): “Anlatılması çok güç.” anlamında.
Demeye getirmek: Düşüncesini dolaylı yoldan söylemek; dediği gibi olmasını, yapılmasını ima etmek
Demir atmak: Bir yerde uzun süre kalmak
Demir gibi: -1. Pek sağlam, katı, sert (şey). -2. Çok kuvvetli (kimse).
Demir leblebi: -1. Başarılması çok zor olan iş. -2. Alt edilmesi güç, ödün vermeyen, inatçı (kimse).
Dem vurmak (bir şeyden) : Bir konudan söz etmek
Demokles’in kılıcı (gibi): bk Damokles’in kılıcı (gibi).
Deneme tahtası: Üzerinde bilgisizce tedavi, onarım gibi iş yapılan kimse ya da nesne.
Dengi dengine : Herkes, eşit olduğu, kendine uygun olan kimseyle.
Denizden geçip derede boğulmak : bk Çaydan geçip derede bo ğulmak.
Denk gelmek: -1. (Biçim yönünden) Uygun düşmek uygun gelmek -2. (Zaman yönünden) İyi rastlamak, uygun gelmek.
Derdi günü : -1. Baş düşüncesi . -2. Asıl uğraşısı.
Derdine düşmek (bir şeyin) : -1. Yersiz bir hevese kapılmak. -2. Ya pılması gereken bir şeyi gerçekleştirmenin yollarını aramak
Derdini dökmek : Derdini, sıkıntılarını ayrıntılarıyla anlatmak.
Derdini Marko Paşa’ya anlat : “Derdini giderecek, seni dinleyecek
kimse yok.” anlamında.
Dereden tepeden (konuşmak) : Şundan bundan, bir konudan diğeri ne geçerek (konuşmak).
Dereyi görmeden paçaları sıvamak: Ortada hiçbir neden yokken ha zırlanmaya başlamak.
Derinden derine : -1. İyice uzaklardan, anlaşılmayan yerlerden. -2. Ol dukça gizli, hiç kimseye duyurmadan.
Derin derin düşmek : -1. Üzüntülü düşüncelere dalmak. -2. Uzun sü re düşünceye dalmak.
Derisini yüzmek : -1. Birinin varını yoğunu zorla elinden afmak. -2. İş kence ederek öldürmek.
Derli toplu : Düzeni seven, tertipli (kimse). -2. Düzgün, düzenli (şey).
Derme çatma : -1. Gelişigüzel nesnelerden yapılan (ev vb.). -2. Ora dan buradan devşirilen (düşünce vb.).
Ders almak (bir şeyden) : Genellikle kötü bir olaydan yararlı sonuç çı karmak; ibret almak.
Ders olmak (bir şey, birine): O şey bir kimse için öğretici bir örnek oluşturmak; ibret olmak.
Ders (dersini) vermek (birine) : -1. Sert bir karşılıkla onu yola getir mek, sert davranmak, azarlamak. -2. Oyunda yenmek.
Dert ortağa: İnsanın kötü günlerinde dertlerini dinleyen, çözümlemeye Çalışan dostu, arkadaşı.
Dertsiz başını derde sokmak : Hiç gerekmediği halde, kendisi için tehlikeli ya da can sıkıcı olacak bir işe girişmek.
Dert yanmak (bir şeyden, birinden) : O şeyler, kimseyle ilgili şikâyet te bulunmak.
Desteksiz atmak : Bir şeyden abartarak söz etmek, bir temele dayan madan konuşmak.
Dev adımlarıyla ilerlemek : Kısa sürede pek büyük bir gelişme göster mek.
Devede kulak : Karşılaştırılan şeye göre daha önemsiz, küçük1 olan (şey).
Deve gibi: Uzun boylu ve hantal (kimse).
Deve kini: Unutulmayan, kolay kolay geçmeyen kin.
Devekuşu gibi başını kuma gömmek, (sokmak) : -1. Bir tehlike anın da hiç yaran olmayacağı halde kendisini korumaya çalışmak. -2. Baş kalarını aldattığını sanıp aslında kendisini aldatmak.
Deveyi havutuyla (hamutuyla) yutmak: Haksız çıkar sağlamak, hır sızlık etmek.
Devlet kapısı: Devlet dairesi, devlet işlerinin görüldüğü resmi daire.
Devlet kuşu : İyi talih.
Devlet sırrı (gibi): Son elerce gizli tutulan şey.
Devreye girmek: Çözüm getirmek amacıyla ilgilenmek, kanşmak, araya girmek.
Dırıltı çıkarmak : Kavga, tatsızlık çıkmasına neden olmak.
Dışarı uğramak: Kendini bir anda dışarı atı vermek.
Dışa vurmak (bir şeyi): -1. Onu belli etmek, tutum ve davranışların dan, bir şeyin etkisinde olduğu belli olmak. -2. Duygularını saklama yı p belli etmek. .
Dışı eli yakar, içi beni: Başkalarına iyi ve elverişli görünen, asıl ilgili kişiye gerçekte kötülük getiren şey, durum ya da kimse için kullanılır.
Dibi kırmızı balmumuyla çağırmak (birini): Onu özel bir önem vere rek çağırmak.
Dibine darı ekmek (bir şeyin): Ona şeyi tümüyle tüketmek, hiçbir şey bırakmamak.
Dibi tutmak: Kaynamakta olan bir tencerenin içindeki yemeğin dipte kalanı tencereye yapışmak.
Didik didik etmek (bir şeyi, yeri) : Onu, orayı en küçük ayrıntısına ka dar incelemek, aramak.
Dik âlâsı (bir şeyin): Hoş olmayan bir durum ya da hoş karşılanma yan bir davranışın son kertesi.
Dik başlı (kafalı): Boyun eğmez, asi karakterli, inatçı (kimse).
Dik dik bakmak (birine, yüzüne) : O kimseye sert, kızgın, öfkeli bir ifa deyle bakmak.
Diken üstünde gibi (olmak) : Tedirgin, rahatsız (ot m ak).
Diken üstünde oturmak (durmak) : -1. Eğreti bir biçimde oturmak. -2. Tedirgin bir durumda olmak. -3. Bulunduğu yerden her art gidecek, aynlacakmış gibi olduğunu düşünmek.
Dikili ağacı olmamak : Hiç malı mülkü olmamak.
Dikine gitmek (birinin): O kimsenin sözünü dinlemeyip kendi bildiği ni yapmak.
Dikiş tuturamamak : Çeşitli nedenlerle bir iş yerinde tutunamamak.
Dikiz etmek (birini, bir yeri, şeyi): Onu gözetlemek, ona gizlice bak mak.
Dik kafalı: bk. Dik başlı.
Dikte etmek (bir şeyi, birine): İsteklerini ona zorla kabul ettirmek
Dikkate almak (bir şeyi): Onu da gözönünde bulundurmak. (Kars. Göz önüne almak, hesaba katmak, kaale almak.
Dil çıkarmak (birine): Onunla alay etmek, eğlenmek.
Dilden dile dolaşmak: Bir haber, herkesin ağzında söylenir olmak, herkesçe konuşulmak
Dil (diller) dökmek (birine): Kandırmak, inandırmak ya da yaranmak İçin onun hoşuna gidecek sözler söylemek, yalvarmak yakarmak.
Dile (dillere) düşmek : Yaptıkları hakkında dedikodu çıkmak; dile gel mek.
Dile gelmek: -1. bk. Dile düşmek -2. Konuşma yeteneği yokken ya da herhangi bir nedenle bu yeteneğini kaybetmişken konuşmaya başlamak.
Dile getirmek (bir şeyi, birini) : -1. Onu açıklamak, anlatmak. -2. Onu konuşturmak.
Dile kolay : “Anlatması kolay gibi görünür ama öyfe zor, öyle güç ki!” anlamında.
Dili açılmak (çözülmek): Herhangi bir nedenle konuşmazken konuş maya başlamak.
Dili ağırlaşmak : Hastalığı yüzünden güçlükle konuşmak
Dili bir karış : Büyüklerine karşı konuşurken saygısızlık eden kimse için söylenir.
Dili bir karış dışarı çıkmak : Çok yürümekten ya da konuşmaktan do layı aşırı yorulmak.
Dili çalmak : Konuşması, söyleyişi bir başka dili andırmak.
Dili çözülmek : bk. Dili açılmak.
Dili damağı kurumak : Çok konuşmaktan, heyecandan, susuzluktan ağzı kurumak, çok susamak; boğazı, damağı kurumak.
Dili damağına yapışmak : Uzun süre su içmediğinden ağzı kurumak
Dili dolaşmak: Korkudan, hastalıktan ya da sarhoşluktan söyleyeceği şeyi bir türlü anlatamamak
Dili döndüğü kadar: Anlatım gücü elverdiği ölçüde.
Dili dönmemek : Anlatmak istediğini tam söyleyememek
Dilimin ucunda : Bir adın, sözün, çok iyi bilindiği halde bir türlü anım-sanamaması durumunda söylenir.
Dilinden anlamak (birinin, bir şeyin) : -1. Onun ne demek istediğini kavramak. -2. Söz konusu şeyin özelliğini, o şey üzerinde ne yapıl ması ^gerektiğini bilmek
Dilinden düşürmemek (bir şeyi, birini) : Hep aynı kişiyi ya da şeyi anlatmak, hep ondan söz etmek.
Dilinden kurt ula mamak : Eleştirilerinden, siteminden, iğnelemelerin den, sataşmalarından kurtulamamak.
Dilinde tüy bitmek: Nasihat etmekten, yol göstermekten bıkıp usan mak.
Diline dolamak (bir şeyi, birini) : -1. Aynı şeyi sık sık her yerde söyle mek. -2. Bir kimseyi her yerde kötüleyip durmak.
Dilini eşek arası soksun : “Bundan böyle hoşa gitmeyecek söz söyle yemez ol (olsun)” anlamında ilenç sözü.
Dilinin altında bir şey olmak : Söz ve davranışlarından bir şeyler sak ladığı belli olmak.
Dilinin ucuna gelmek (bîr şey) : O şeyi, söyleyecek durumdayken herhangi bir düşünceyle söylemekten vazgeçmek.
Dilinin ucunda olmak : Çok iyi bildiği bir şeyi o anda hatırlayanıamak.
Dilini tutmak: Sonunu düşünerek rastgele söz söylemekten sakın mak.
Dili tutulmak : Korku, heyecan yüzünden konuşamaz duruma gelmek.
Dili uzamak : Haddini bilmeden konuşmaya başlamak.
Dili varmamak (bir şeye, söylemeye) : Kötü bir şey söylemeye niyet lenmişken söylememek, kendini tutmak; ağzı dili varmamak.
Dillere destan olmak : Herkes tarafından uzun uzun kendisinden söz edilir olmak.
Dil uzatmak (bir şeye, birine): Saygı duyulan bir kimse ya da kutsal bir yer, şey hakkında yakışık almayacak, aşağılayıcı sözler söytemek.
Dil yarası: Acı sözün yarattığı gönül kırgınlığı.
Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak : Daha iyi şeyler elde etmeye çalışırken elindekini de yitirmek.
Dinden imandan çıkmak : Çok öfkelenmek.
Dini bütün : Dinine çok bağlı, inana sağlam olan, dindar (kimse).
Dini imanı para : Paraya tapar gibi düşkün olan, paradan başka hiçbir şey düşünmeyen (kimse).
Dip bucak : -1. Göze çarpmayan yer. -2. Kıyı köşe.
Dirlik düzenlik : Birlikte yaşayan, çalışan kimseler arasındaki iyi geçin me duruma.
Dirlik yüzü görmemek : Yaşamı boyunca huzur ve rahata kavuşma mak.
Dirsek çevirmek (birine) : Daha önce işbirliği yaptığı kişiye, çıkar iliş kisi son bulunca olumsuz tavır takınmak. (Kars. Yüz çevirmek.)
Dirsek çürütmek: Bilgisini arttırmak İçin uzun süre masa başı çalış ması (öğrenim) yapmış olmak.
Diskur geçmek (çekmek) (birine): Onunla yaptıktan, yapması gere kenler konusunda uzun bir konuşma yapmak; nutuk çekmek.
Diş bilemek (birine): Kızdığı birine kötülük yapmak için fırsat kolla mak.
Dişe dokunur : İşe yarar, belirtilmeye değer, önemli.
Diş geçirememek (birine): O kimseye istediğini yaptırmaya gücü yet memek.
Dişinden tırnağından artırmak : Yiyeceğinden, giyeceğinden keserek para biriktirmek.
Dişinin kovuğuna (oyuğuna) bile gitmemek: Yediği yiyecek ya da el de ettiği, payına düşen şey kendisine pek az gelmek.
Dişini sıkmak : Güçlük ve sıkıntılara katlanmak, dayanmak.
Dişini tırnağına takmak: Çok büyük güçlüklere, sıkıntılara, katlanmak; bütün gücünü kullanmak.
Diyeceği olmamak: Bir itirazı, söyleyecek herhangi bir sözü bulunma mak.
Dize gelmek: -1. Baş eğmek, boyun eğmek. -2. Yenilip teslim olmak.
Dize getirmek (birini) : -1: Kendisine direneni alt ederek buyruğuna uyacak duruma getirmek. -2. Yenip teslim almak.
Dizini dövmek : Çok pişman olmak.
Dizinin dibi: Yanı başı.
Dizleri kesilmek: Dizlerinde derman, güç kalmamak.
Dizlerinin bağı çözülmek : Korku, aşırı yorulma gibiTar nedenle ayak ta duramayacak duruma gelmek.
Dobra dobra (söylemek, konuşmak): Hiç çekinmeden, sakınmadan, gerçeği, düşündüklerini olduğu gibi (söylemek).
Doğru bulmak (bir şeyi) : Onu uygun görmek, onaylamak.
Doğru çıkmak : Gerçek olduğu gibi anlaşılmak.
Doğrudan doğruya: Hiçbir aracı kullanmadan, araya başka bir şey girmeden.
Doğru doğru dosdoğru : “En doğrusu şu ki.” anlamında.
Doğru durmak : Uslu.durmak, yaramazlık yapmamak.
Doğru dürüst: -1. Kusuru, yanlışı, eksiği olmayan kimse ya da şey için söylenir. -2, Kusursuz, yanlışsız, eksiksiz biçimde, tam olarak.
Doğru oturmak : Uslu durmak.
Doksan kapının ipini çekmek: Her yere uğramak; kırk kapının ipini çekmek.
Dokuz canlı: Ölümle sonuçlanabilecek birçok tehlikeyi atlatıp sağ ka labilen (kimse ya da canlı).
Dokuz doğurmak : Merakla, heyecanla, korkuyla beklemek.
Dokuz yorgan eskitmek (parçalamak): Çok uzun yaşamak.
Dolap beygiri gibi dönüp durmak : Dar bir çevrede aynı işi sürekli olarak yapıp durmak.
Dolap çevirmek (döndürmek) : Hile ile, yalan dolan ile iş görmek, dü zen kurmak.
Dolu dizgin gitmek : -1. Son hızla koşmak. -2. Önüne geçilemeyecek biçimde olmak.
Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı: “Hangi yolu dene di yse m olmadı, çözüm yolu bulamadım.” anlamında.
Domuzdan (bir) kıl çekmek (koparmak): Sevilmeyen ya da eli sıkı olan birinden az da olsa bir şey elde etmek. ‘
Dona, çekmek (hava): Hava sulan donduracak ölçüde soğumak.
Don çözülmek : Hava ısınmaya başlayarak buzlar çözülmek.
Don gömlek : Üzerinde sadece iç çamaşırı olmak üzere.
Don tutmak : Donmak, buz tutmak.
Dost düşman : Herkes.
Dosta düşmana karşı: Dosttan üzmemek, düşmanları sevindirmemek için.
Dostlar alışverişte görsün (diye) : “Sın” gösteriş olsun, iş görüyor den sin (diye).” anlamında.
Dostlar başından (dostlardan) ırak: “Dostlar böyle kötü durumlarla karşılaşmasınlar.” anlamında.
Doyum olmamak (bir şeye): O şeyden hiçbir şekilde bıkmamak, tadı na doyulmamak.
Dozunu ayarlamak : Ölçülü olmak; ölçülü davranmak.
Dozunu kaçırmak : Aşırı gitmek, ölçüyü aşmak.
Dönüm noktası: Bir olayın ulaştığı yeni bir aşama.
Dört ayak üstüne düşmek: Ummadığı bir şeyi, fazla emek harca madan edinivermek.-2.Tehlikeli bir durumu kazasız belasız atlatmak.
Dört başı mamur (bayındır): Her bakımdan istenildiği gibi olan, ku sursuz, mükemmel, yetkin.
Dört bir tarat: Her yer, her taraf.
Dört dönmek : Bir iş için telaşla oraya buraya koşmak, koşuşturup dur mak.
Dört dörtlük : Her yönüyle tam, kusursuz, mükemmel olan.
Dört duvar arasında (kalmak) : Evde, kapalı bir yerde (kalmak),
Dört elle sarılmak (yapışmak) (bir şeye) (birine) : -1. O şeyi İyice benimseyerek ve özenle yapmak için ele almak. -2. Destek ya da yardım umulan kimseyle sıkı bağlar kurmak.
Dört gözle bakmak : Dikkatlice bakmak.
Dört gözle beklemek : Çok isteyerek, özlemle,-sabırsızlıkla beklemek.
Dört köşe olmak; Çok keyiflenmek, büyük zevk duymak, çok sevin mek.
Dört yanı deniz kesilmek : Her yönden çaresizlik, umutsuzluk içinde kalmak.
Dudak bükmek: Bir şeyi beğenmediğini belirten davranışta bulun mak, umursamamak.
Dudak ısırmak : -1. Biçimsiz, ayıp bir duruma şaşmak. -2. Hayran kal mak.
Dudakları titremek : Ağlayacak duruma gelmek.
Dudak sarkıtmak : Hoşnutsuzluğunu, üzüntüsünü yüz ifadesiyle belli etmek; surat asmak, somurtmak.
Dudak tiryakisi: Sigarayı dumanını içine çekmeden dışarı üfleyerek içen tiryaki.
Duman almak (bir yeri) (bir şeyden) : -1. Orayı sis bürümek, sis kap lamak. -2. Sigaradan ya da sigara gibi sarılmış uyuşturucudan içine çekmek.
Duman altı olmak: Esrar içilen bir yerin havasından etkilenmek.
Duman attırmak : Birini üstünlüğünü göstererek korkutmak, sindirmek.
Duman etmek (birini, bir şeyi): -1. Onu yok etmek, dağıtıp bozmak. -2. Başarı göstermek, yenmek.
Dumanı üstünde : Çok yeni, çok taze olan.
Duman olmak : İşi, durumu bozulup, çok kötü duruma düşmek.
Dumura uğramak : Körelmek, canlılığını yitirmek, işlevini yapamaz ol mak.
Dur dinlen yok (dur otur yok, dur durak yok) : Durup dinlenme bil meden, hiç ara vermeden sürekli çalışmayı anlatır.
Dur kendime yer edeyim, bak sana neler edeyim : “Bana neler ne-ler yaptığını biliyorum, hele bir buraya yerleşeyim, sonra gör, sana neler yapacağım.” anlamında tehdit sözü.
Durdu durdu, turnayı gözünden vurdu : “Bıkmadı, sabretti, ama so nunda olumlu bjr sonuç, güzel bir şey ya da büyük bir kazanç elde etti.” anlamında gıpta sözü.
Durduğu (durduk) yerde : -1. Hiçbir emek harcamadan. -2. Gereği ol madığı halde, hiç gereği yokken; durup dururken. -3. Hatası ya da suçu olmadığı halde.
Durmuş oturmuş : -1. Davranışları ve düşünceleri tutarlı olan, olgun (kimse). -2. Büyük sorunları kalmamış, uzun süredir rahat bir yaşa ma biçimine girmiş (yer)..
Durumu bozulmak: -1. Parasal gücü azalmak, giderleri karşılayamaz olmak. -2. Eriştiği güzel durum kötüye gitmek.
Durumu düzelmek: -1. Parasal gücü iyileşmek. -2. önceki iyi durumu na kavuşmak.
Durup dinlenmeden : Aralıksız, arka arkaya, sürekli olarak. *
Durup dururken : -1. Birdenbire, ansızın, -2. Hiçbir neden yokken, hiç gereği olmadığı halde, hiç gereği yokken, durduğu yerde.
Dut gibi olmak: -1. Çok içip sarhoş almak. -2. Utanmak, bozum ol mak, mahcup olmak.
Dut yemiş bülbüle dönmek : Önceleri neşeli ve konuşkan iken» hiç sesi çıkmaz olmak.
Duymazlıktan (duymamazlıktan) gelmek : Duymamış gibi davran mak.
Düdük gibi: (Pantolon için) Kısalmış, dar, sıkı.
Düdük makarnası: Anlayışsız, sersem (kimse).
Düğüm noktası: Bir işin sonuçlandın İm ası için öncelikle çözüme ka vuşturulması gereken en zor yanı.
Düğümü çözmek : Anlaşılması güç bir şeyi açıklığa kavuşturmak.
Düğüm üstüne düğüm atmak : Hiç para harcamayıp birikim yapmak.
Düğün bayram etmek : Çok sevinmek.
Düğün değil bayram değil, eniştem beni niye öptü : “Ortada bir ne den yokken, niçin bu kadar yakınlık gösteriyor.” anlamında.
Dümdüz etmek (bir şeyi, yeri) : Onu yıkmak, kırıp dökmek, ezmek, yerle bir etmek.
Dümdüz olmak : Ezilmek, yıkılmak, kırılıp dökülmek, yerie bir olmak.
Dümen çevirmek : Hileye başvurarak iş görmek.
Dümen suyunda gitmek (birinin) : Bir kimseye her yönden bağımli ol mak, onun izinden yürümek.
Dümen yapmak : Dalavereyle, hüeyie başkasını aldatmaya çalışmak.
Dümenine bakmak : Çıkarından başka işle uğraşmamak, yasadışi yol-iarla da olsa çıkarına çalışmak.
Dün bir bugün iki: “Daha çok. fazla zaman geçmiş değil.” anlamında bir şeyin erken olduğunu anlatır.
Dün gibi: Çok yakın zamanda olmuş, yaşanmış gibi.
Dünden bugüne : Çabucak, az zamanda.
Dünden razı (hazır): “Bir öneriyi hemen seve seve kabul eden kimse için söylenir.
Dünkü çocuk : Genç, acemi, deneyimsiz (kimse).
Dünya ahret kardeşim olsun : “Karşı cinsten bir kimseye kardeşlik duygusundan başka bir duygu beslemem, kardeşim gözüyle baka rım, ona kötü gözle bakmam.” anlamında.
Dünya âlem : Herkes, tüm insanlar.
Dünya başına yıkılmak : Dayanamayacağı kadar büyük bir yıkıma uğ rayıp tüm umutlarını yitirmek, dirliği ve düzeni karmakarışık olmak.
Dünya bir araya gelse : “Tüm insanlar birlikte davranarak karşı olsa, engel olmaya çalışanlar çıksa bile, vız gelir.” anlamında.
Dünyadan elini eteğini çekmek : Çevresiyle, çevresinde olan bitenler le ilgisini kesmek, dünya işleriyle ilgilenmez olmak. (Kars. Bir köşe ye çekilmek, inzivaya çekilmek.)
Dünyadan geçmek (el çekmek, vazgeçmek) : Bir köşeye çekilip, top lum yaşamından uzak durmak, kendi halinde yaşamak.
Dünyadan haberi olmamak : Çevresinde neler olup bittiğinin farkında olmamak.
Dünyada olmaz (gelmez vb): Kesinlikle olmayacak yapılmayacak bir şey için söylenir; hayatta olmaz.
Dünya durdukça : Sonsuzluğa dek, ebediyen.
Dünya evine girmek : Evlenmek, yuva kurmak.
Dünya (gözüne, ona) zindan olmak (kesilmek) : Umutlarını yitirmek, karamsarlığa düşmek.
Dünya gözüyle (görmek}: Sağ iken, ölmeden Önce, sağlrğında (gör mek).
Dünya kadar : İstemediğin kadar, çok bol.
Dünya kazan ben kepçe : “Çok arandı, aranmadık yer bırakılmadı, her yer gezildi.” anlamında.
Dünyalar onun olmak: Çok sevinmek.
Dünyalığı(m) doğrultmak : Yaşadığı sürece yetecek kadar para kazan mak ya da gelir sağlamak.
Dünyanın kaç bucak (köşe) olduğunu anlamak: Yaşamın zorluğu nu, insanın çetin engellerle karşılaşabileceğini öğrenmek; Hanyayı Konya’yı öğrenmek.
Dünyanın kaç bucak (köşe) olduğunu göstermek (birine) : Onu yap tığına pişman etmek, ona hak ettiği cezayı vermek.
Dünyanın öbür (bir) ucu : Çok uzak yer.
Dünyası yıkılmak : Yaşama umudu yıkılmak, güzel hayalleri son bul mak.
Dünya varmış : “Oh! bunaltıcı, üzücü, sıkıntılı bu durumdan kurtul dum.” anlamında.
Dünyaya gelmek: Doğmak.
Dünyaya getirmek: Doğurmak.
Dünyaya gözlerini kapamak (yummak): Ömrü bitip Ölmek.
Dünyaya kazık kakmak : Çok yaşamak, uzun ömürlü olmak.
Dünyayı gözü görmemek: Sıkıntı, üzüntü, öfke, karamsarlık, hınç ya da çok mutlu olma gibi durumlarda başka bir şey düşünmemek.
Dünyayı haram etmek (birine) ; Ona hayatı yaşanılmaz duruma getir mek.
Dünyayı toz pembe görmek : En kötü, en acıklı durumlarda bile iyim ser olabilmek, durumun iyi yönleri bile olduğunu düşünmek.
Dünyayı tutmak : Her yerde duyulmak, ünü yayılmak.
Dünya yıkılsa umurunda değil: Sorum M uk duygusu gelişmemiş, hiç bir şeyle ilgilenmez, kaygısız, tasasız, gamsız kimse için söylenir.
Dünyayı zindan etmek (birine) : Onu çok sıkıntılı bir duruma sokmak.
Dünya zindan olmak (birine) : Umutlarını yitirmek, İyice karamsar ol mak.
Dürbünün tersiyle bakmak (bîr şeye) : Söz konusu şeyi çok küçüm semek, olduğundan daha az değerli, önemli görmek.
Düş görmek : Uyurken zihinde olay ve düşünceler belirmek; rüya gör mek.
Düş gücü : Bir şeyi zihinde canlandırma, yaratma, düşünme yeteneği; hayal gücü.
Düş kırıklığı: Çok istenilen, beklenilen ya da umulan bir şeyin gerçek leşmemesi halinde beliren duygusal durum; hayal kırıklığı.
Düş kurmak : Olmamış bir şeyi, olması olanaksız ya da gelecekte ola bilecek bir şayi hayalinde canlandırmak; hayal kurmak.
Düşe kalka : Güçlüklerle karşılaşarak, zor bela; iyi kötü.
Düşüncesini açmak (birine) : Herhangi bir konudaki görüşünü, endi şesini bildirmek.
Düşüncesini almak : Herhangi bir konuda görüşünü öğrenmek.
Düşüncesini okumak : Birinin ne düşündüğünü anlamak.
Düşünceye dalmak : Dalgın bir durumda derin derin düşünmek.
Düşünceye varmak: Bir kanıya ulaşmak, çözümü bulmak.
Düşün düşün, boktur işin : Durumu kötü olan, hiçbir çıkar yol bulama yan kimsenin kendi kendine söylediği söz.
Düşünüp taşınmak : Bir konuyu her yönüyle iyice düşünmek, buna gö re karar vermek.
Düşüp kalkmak (biriyle): -1. Biriyle yasa ve törelerin uygun görmedi ği biçimde, birlikte yaşamak. -2. O kimseyle yakın ilişki içinde bulun mak, yakın arkadaşlık etmek.
Düttürü Leyla: Çok dar ve kısa giyinmiş kadın için söylenir.
Düzene koymak (sokmak) (bir şeyi): -1. Yolunda gitmesini sağla mak, uygun biçimde çalışır duruma getirmek. -2. Dağınıklıktan kurta rıp derli toplu duruma getirmek.
Düzen kurmak: -1. Gerekli araç ve gereçleri kullanıma sokarak, onla ra işlerlik kazandırmak. -2. Hileye başvurmak, dolap çevirmek.
Düzlüğe çıkmak : Engelleri aşmak, işini,yoluna koymak.