Ayaklar ıslanmadan balık tutulmaz atasözünün anlamı, hiçbir nimet zahmet çekilmeden, özveriye katlanılmadan elde edilemez.
Kişiler istediklerine erişebilmek için fedakarlık yapmak gerektiğini bilir, bunun içinde gereken fedakarlıkları yaparak amaçlarına ulaşırlar. Erdemli insanlar çoğu zaman isteklerine ulaşabilmek için olayları veya kişileri gerek zararlı, gerekse zararsız olarak kullansa bile, sıradan ve sade insanlar tıpkı deredeki balığı tutabilmek için ıslanacağını bildiği gibi, farklı olaylar içinde kendinden ödün vereceğini bilir.
Balık tutmak için zorunlu olarak suyun yakında olursunuz, hatta suyun içinde olmanız gerekebilir ve ıslanmadan bu işi halledemezsiniz.Hayatta da emek harcanmadan, fedakarlık yapılmadan, sıkıntı ve zahmet çekilmeden kıymetli hiçbir şey elde edilemez.
Paça ıslanmadan balık tutulmaz atasözünün hikayesi nedir
Önce bir uğultu duydu Orhan. Fakat bu uğultu ne fırtına uğultusuna, ne de bir başka uğultuya benziyordu. Dalgalı bir denizin dibindeki sesleri andırıyordu. Ama çok sürmedi… Sesler kesildi. Sadi Dede’nin sesi duyuldu:
“Geldik işte… Açabilirsin gözlerini…
Orhan, bu defa gözlerini açtığında; kendini yeşil yeşil uğuldayan bir ormanın eteklerinde ve bir dere kenarında buldu. Doğa, akıl almaz güzellikteki bir tablo gibiydi… Sadi Dede ile el eleydiler. Hiçbir şey söylemeden, bir süre bu doyulmaz güzelliği seyrettiler…
Neden sonra görüntüler daha da berraklaştı, sesler rahatça duyulmaya başladı. Karşılarında bazı yerleri durgun, bazı yerleri çağıldayan bir dere vardı. Kenarları yaban naneleri ve çeşitli renk ve güzellikteki çiçeklerle bezeliydi. Ama onlar buraya tatile gelmemişlerdi…
Birden, o ana kadar göremedikleri birkaç çocuk,
Ormandan dereye doğru indiler. Orhan, dedesine baktı. Sadi Dede, “diye fısıldadı. Aslında bağırarak da söylese çocukların duyacakları yoktu. Çünkü onlar, bir an önce yapacakları işe hazırlanmaktaydılar…
Orhan, çocukların elindeki kalburları görünce;“Ne yapacaklar o kalburları?” diye sordu.
“Besbelli balık tutmaya gelmişler.” Dedi Sadi Dede. “Baksana, soyunmak yerine sadece pantolon paçalarını kıvırıyorlar… Kalburları dibinde oturup olacakları kaçırmayalım…”
Oturdukları yer çok uygundu. Olacak her şeyi rahatça görebilir, her konuşmayı rahatça duyabilirlerdi… Çocukların nerdeyse hepsi Orhan ile yaşıt sayılırlardı. Bir yaş küçük, iki yaş büyük… Beş kişiydiler. Bunlardan dördü büyük bir neşe ve gayretle dereye daldılar. Çok geçmeden de, ilk avlarını yakalamayı başardılar.
Herkes, yakaladığım küçük bir bez torbaya koyup, ağzına gevşek bir düğüm atıyordu. Balıklar, bu torbaların içinde zıplayıp duruyorlardı. Ama kırmızı gömlekli olan çocuk, sadece derenin sığ yerlerinde, kenarlarda dolaşıp duruyordu. Tabi, balık da yakalayamıyordu…
Geçmiş zaman diliminde, ne kadar zaman geçtiği belli değildi. Ama bir süre sonra, kırmızı gömlekli olanın dışındaki çocukların torbalan dolmaya başladı. Çocuklardan biri, kırmızı gömlekli çocuğu fark etti.
“Gelsene bu yana!” diye seslendi. “Orada balık olur mu? Bir karış suda balık avlanır mı?”
“Oralar derin” dedi kırmızı gömlekli çocuk. “Paçam ıslanır”
Bu söze diğer çocuklar kahkahayla güldüler. Ama bir şey söylemelerine fırsat kalmadı. O ana kadar çocukların da, Orhan’ın da fark etmediği yaşlı bir adam belirdi. Abdest almak için gömleğinin kollarını kıvırırken, o çocukla birlikte Orhan’a da beklediği cümleyi gönderdi:
“Paça ıslanmadan balık tutulmaz…”
Orhan, buradan da alacağım almıştı. Sadi Dede’ye baktı. Gözleriyle anlaşıp gülümsediler. Başım dedesinin göğsüne yaslayan Orhan, gözlerini yumdu… Yine o korkunç uğultu ve sarsıntıdan sonra, bitkin bir halde gözlerini açan Orhan, başını dedesinin göğsünde ve kendini evlerinde…