Bu yazımızda sizlere diş kirası deyiminin anlamı ve kısaca hikâyesi hakkında bilgiler vereceğiz.
Diş kirası deyiminin anlamı:
Eskiden sarayda ya da konaklarda zenginlerin iftara çağırdıkları yoksullara verdikleri armağan veya para.
Harcadığı emek dışında bir kimsenin fazladan sağladığı çıkar.
Diş kirası deyiminin hikâyesi:
Günümüzde unutulan geleneklerden biri de diş kirası...
Osmanlı döneminde zengin köşk veya konaklarda iftara davet edilen misafirlerin yanında fakir halk içinde sofralar hazırlanır, çat kapı gelen Allah misafiri geri çevrilmez, içeriye alınırdı. İftarın verildiği köşk veya konak ziyafet evi halini alırdı, iftar sofralarda tabiri yerindeyse kuş sütü hariç her şey bulunurdu. Misafirler iftarını yapıp teraviye gitmek üzereyken hane sahibi tarafından kadife keseler içerisinde gümüş tabaklar, kehribar tespihler, oltu taşlı ağızlıklar, gümüş yüzükler.. diş kirası olarak hediye edilirdi. Fakir fukaraya ise hane sahibinin zenginliği ve cömertliğine bağlı olarak içinde gümüş akçe veya altın paralar bir kadife kese içerisinde diş kirası olarak verilirdi. Yemeğini bitirenler diş kiralarını aldıktan sonra "Kesenize bereket", "Allah daha çok versin", "Ziyade olsun" gibi dualarla konaktan ayrılırlardı.
“Diş kirası” denilen bu hediyenin zarif gerekçesi, davetlilerin o gece zahmet edip gelerek hane sahibinin sevap kazanmasına vesile olmasıdır.
Tabii işin aslı, bu vesile ile muhtaçlara yardımda bulunmak onları sevindirmektir.
Bu sahte nohut konusu da çok enteresandır. Çünkü Paşa, kazanlarda pilav pişirilirken pilavın içine nohut biçimi verilmiş altınlar atardı.
Fakir zengin bilinirdi. Mutlulukla gülünürdü. Zenginlerin iftarında,
Diş kirası verilirdi.
Diş kirası geleneği nedir?
Bütün bir cihana misafir ağırlama dersleri veren bir okul gibidir Osmanlı coğrafyası. Allah tarafından gönderildiğine inanılan ve evi şereflendiren misafiri ağırlamak, Osmanlı uygarlığı için başlı başına bir sanattır. Osmanlı Devleti, misafirperverlikte öylesine üstün bir kültür geliştirmiştir ki bu eşsiz kültürün izlerini halen barındırsak da, inceliğini ve zarafetini tekrar hatırlamamız gerekir.
Osmanlı Devleti'nde Ramazan ayının en önemli özelliklerinden biri iftar sofralarının herkese açık olmasıydı. Saraya, Ramazan ayı boyunca iftar için davetsiz olarak gidilebilirdi. Bunun haricinde Osmanlı sarayının özel davetleri de olurdu. Kaynaklara göre Ramazanın ilk on gününde padişah; ayan ve mebusan reisleriyle birlikte heyet-i vükelayı saraya iftar için davet ederdi.
Bugün de Ramazan gelince kapılar herkese aralanır, zengin-fakir demeden herkesin sofrası misafir denilen bereket elçilerine açık tutulur. Misafir ağırlamanın çeşitli seremonilerinden birisi de, bugün artık unutulmaya yüz tutan bir gelenek olan diş kirasıdır. Diş kirasında, misafirler ayrılırken onlara küçük kadife keseler içinde hediyeler takdim edilir. Ev sahibi bununla; “Misafirim oldunuz, benim sevap kazanmam için siz eziyet çektiniz, dişlerinizi yordunuz, bu da sizin dişinizin kirası olsun." demek isterdi.
Tarihimizde en yüksek diş kirası, Sadrazam Yusuf Kamil Paşa'nın Sultan Abdülaziz'e takdim ettiği olsa gerekir.
Bir Ramazan gecesi, Vezneciler'deki Zeynep Hanım Konağı'nda verilen mükellef iftardan sonra, Yusuf Kamil Paşa'nın bir altın tepside sahip olduğu emval ve emlakın senet ve tapusunu padişaha arz ettiğini, Sultan Abdülaziz'inse, "Bunlar makbulum oldu, yine sizlere veriyorum. Her hal ve hareketiniz hoşuma gitmektedir" dediğinden bahseder.
Misafirine diş kirası verecek kadar ruhunu inceltmiş olan bu millet, hiç şüphesiz insanlığa misafirperverlik adına ders verecek kadar da yücelmiştir.