Y harfi ile başlayan deyimler

Thema bewerten:
Ergebnis 1 bis 1 von 1

Thema: Y harfi ile başlayan deyimler

  1. Gehen Sie zu DankeHerunterladen #1
    Gehen Sie zu Danke
    Kıdemli Üye Avatar von İnfo

    Info

    Gehen Sie zum Anfang des Beitrags

    Deyim Y harfi ile başlayan deyimler

    Y harfi ile başlayan deyimler

    Bu yazımızda sizlere Y harfi ile başlayan deyimler ve deyimlerin anlamları hakkında sizlere kısa bilgiler vereceğiz.

    Y harfi ile başlayan deyimler

    Yabana atmak (bir şeyi) : Onu önemsememek, önemsiz görmek.

    Ya bu deveyi gütmeli, ya bu diyardan gitmeli: “Ya buranın koşulları na uyup çalışırsın ya da buradan gidersin.” anlamında, tehdit yollu söylenir.

    Ya dayak (sopa) yememiş, ya sayı bilmiyor: Özellikle parayla ilgili bir konuda aşın bir görüş belirten kimsenin bu durumu için söylenir.

    Ya devlet başa, ya kuzgun leşe : “Öyle bir işe girişiyorum ki ya başa rırım ya da yok olur giderim.” anlamında.

    Yağ bağlamak : -1. Semirmek, şişmanlamak. -2. İçi rahatlamak, sevin mek.

    Yağcılık etmek (birine) : Ona dalkavukluk etmek, onun hoşuna gide cek sözler söylemek:

    Yağ çekmek (birine): Çıkan İçin karşısındakine hep güzel şeyler söy lemek, onu pohpohlamak.

    Yağ döksen yalanır : Çok temiz, tertemiz bir (yer).

    Yağ gibi kaymak (gitmek) : (Taşıt, araba) Aksamadan, sarsılmadan hızla gitmek.

    Yağlayıp ballamak : Abartılı biçimde-anlatarak övmek.

    Yağlı balfı olmak (biriyle): Onunla ilişkileri çok iyi olmak (Kars. Arala rından su sızmamak.)

    Yağlt kapı: Çalıştırdığı kişilere hak ettiğinden çok para veren, maddi yardımda bulunan aile ya da kuruluş.

    Yağlı kuyruk: Kolay ve bol kazanç sağlanabilecek kişi ya da yer.

    Yağlı müşteri: Para harcamaktan çekinmeyen, çok alışveriş yapan müşteri.

    Yağma gitmek: Bir şey çok alıcı bulmak, çok satılmak

    Yağma Hasana’ın böreği: Hakkı olmayan kişilerin bile üşüşüp yarar landıkları şey için kullanılır.

    Yağma yok : “öyle şey olmaz, öyle yapamazsın, kimse razı olmaz, anlamında.

    Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak : Güç bir durumdan kurtula yım derken daha kötüsüyle karşılaşmak.

    Yağ tulumu : (Şaka yollu) Çok şişman kimse. .

    Ya yerrû ya merrü : Tehlikeli, zor bir işi yaparken her şeyi göze ala rak, ‘Ne olursa otsun.” diye düşünüp karar vererek.

    Yahudi pazarlığı: Alta ile sabanın kendi akarlarının düşünerek kıyası ya yaptığı, çekişmeli pazarlık

    Ya huyundan ya suyundan : ‘Az ya da çok, şöyle ya da böyte çevre sindekilerden, ilişkisi olanlardan etkilendiği bir gerçek.” anlamında.

    Yaka bir tarafta, paça bir tarafta: Kılığı kıyafeti dağınık ve düzensiz kimsenin bu durumu için söylenir.

    Yaka paça: Onu hiç itiraz dinlemeden, zorla; apar topar.

    Yakası açılmadık : Kimsenin bilip kullanmadığı (küfür, açık saçık söz).

    Yakasına asılmak (sarılmak, yapışmak) : Hesap sormak ya da istedi ğini almak için bir kimseyi sürekli rahatsız ötmek. (Kars. Ensesine yapışmak.)

    Yakasını bırakmamak : İstediğini alıncaya dek ısrar etmek; peşini bı rakmamak.

    Yakasını kaptırmak (bir şeye, birine): Kendisini bir şeyden, bir kim seden kurtaramamak.

    Yakasını kurtarmak (bir şeyden, bîrinden) : Kötü bir işten ya da sıkı a bir kimseden kurtulmak.

    Yaka silkmek (birinden): Ondan bıkıp usanmak, yakınmak, şikâyet etmek.

    Yakayı ele vermek : Kaçamayıp yakalanmak, ele geçmek.

    Yakayı kurtarmak (sıyrılmak): İstemediği halde bulunduğu bir yer den, tehlikeli bir isten, yapışkan birinden kurtulmak.

    Yakışık almak .(almamak) : Bir davranış yerinde bir şey olmak (olma mak), uygun düşmek (düşmemek).

    Yalan atmak (kıvırmak) : Yalan söylemek.

    Yalancı çıkmak: -1. İstemeyerek, bilmeyerek yalan söylemiş olmak, ya da verdiği sözü tutamamak -2. Yalancılığı ortaya çıkmak.

    Yalancı pehlivan : (Alay yollu) Kendini büyük işler başaracakmış gibi gösteren ama hiçbir iş yapmayan (kimse).



    Yalan çıkmak : Bir haberin , sözün yalan olduğu anlaşılmak.

    Yalancısı olmak (birinin) : Bir yalanı başkasından duyarak söylemiş olmak.

    Yalan dolan : Yalan, dalavere, hile.

    Yalan dünya : Geçici, ölümlü dünya ; bu dünya.

    Yalan kıvırmak : bk. Yalan atmak.

    Yalan yanlış : Gerçekle ilgisi olmayan, yanlış bilgilerle dolu.

    Yalan yere yemin etmek : Yalanı yeminle pekiştirmek

    Yalınayak başı kabak : Üstte başka bir şey olmadan, çok perişan bir kılıkta.

    Yalpa vurmak: Sağa sola sallanarak yürümek.

    Yalvarıp yakarmak: Çok yalvarmak.

    Yalvar yakar olmak : Çok yalvarmak.

    Yama gibi durmak : Bulunduğu yere hiç uygun olmamak, eklendiği belli olmak, sırıtmak

    Yama küçük ama delik büyük: “İhtiyaç ya da zarar çok, ama bunu karşılayacak olanaklar az.” anlamında.

    Yamalı bohça : Birbirine uymayan, tutarsız, uyarsız.

    Yama vurmak : Delik, yırtık bir şeyi yama ile Onarmak

    Yana çıkmak (birinden) : Ona desteklemek; onun tarafından çıkmak, ona arka çıkmak

    Yanağından kan damlamak : Çok sağlıklı olduğu yüzünün renginden anlaşılmak; yüzünden kan damlamak.

    Yan bakmak (birine): Ona kötü amaçlarla bakmak, onun hakkında kötü düşünmek

    Yan basmak (bir işte) : -1. Aldanmak -2. Kaypak davranmak, Oyun bozanlık etmek

    Yan çizmek : Bir işi yapmaktan kaçınmak

    Yandan çarklı: -1. Kollarını çok sallayarak ya da bir omzu düşük ola rak yürüyen (kimse). -2. Şekeri yanına konmuş (kahve). -3. Çok ağır giden taşıt.

    Yandım Allah çağırmak : Çok sıkıntılı durumda olmak.

    Yan gelip yatmak: Yapılması gereken işleri bırakarak rahatına bak mak.

    Yangına körükle gitmek : -1. Olumsuz bir durumu daha da abartmak. -2. Kışkırtıcı bir tutum takınmak

    Yangından mal kaçırır gibi: Telaşla, ivedilikle ve herkesten gizleme ye çalışarak; gümrükten mal kaçırır gibi.

    Yangın yerine dönmek (bir yer) : Orası karmakarışık, dağınık bir du ruma gelmek.

    Yan gözle (bakmak) : Sezdirmeden, göz ucuyla (bakmak).

    Yanı başında : Çok yakınında.

    Yanık ses : İçe dokunan, dokunaklı ses.

    Yanına bırakmamak (koymamak) (birinin, bir davranışını) : Birinin ters bir davranışına muhakkak cevap vermek, ondan öç almak iste mek.

    Yanına (kâr) kalmak: Yaptığı kötülükler cezasız kalmak, kendisinden öç alınmamak

    Yanına (salavatla) varılmaz: -1. Çok pahalı olan. -2. Öikeli, ters (in san).

    Yanından bile geçmemiş : O şeyle hiçbir ilgisi, benzerliği yok.’

    mında.



    Yanıp tutuşmak (biri, bir fay için): -1. Bîrini ya da bir ş«yi çok

    sevmek. -2. Bir şayi alda etmek iğin çabalamak, alda edarne

    de çok üzülmek

    Yanıp yakılmak : Sızlanmak, şikâyet etmek. Yanı sıra : Kendisiyle birlikte, yanında, berat»inde.

    Yan tutmak : Taraflardan biini benimseyip desteklemek, tarafsız ka”

    matnak; taraf tutmak.

    Yan yan bakmak : Öfkeyle, düşmanca duygularla bakmak.

    Yaprak dökümü : -1. Sonbahar. -2. Yakından tanıdıklarımızın kısa süreli aralıklarla ölmeleri olayı. -3. Ailenin dağılması. Yaptığı hayır ürküttüğü kurbağaya değmemek: bk. Ettiği hayır ürküttüğü kurbağaya değmemek.

    Yaradana sığınıp : Bütün gücünü toplayarak, olanca gücüyle.

    Yarasını deşmek : Acısını tazelemek dertlerini anımsatarak üzülmek’

    ne yol açmak.

    Yaraya merhem olmak (bir şey) : O şey zamanla bir gereksinme/

    karşılamak

    Yaraya tuz biber ekmek : Acıyı sıkıntıyı artırıcı davranışta bulunmak.

    Yar etmemek (birini, bîr şeyi birine): O şeyin, onun olmasına iz’n

    vermemek.

    Yarım ağız(la) : İstemeye istemeye, isteksiz bir biçimde.

    Yarım akıllı: Aptal, sağlıklı düşünmeyen (kimse).

    Yarım yamalak : Eksik, kusurlu, üstünkörü (biçimde).

    Yarım porsiyon : Ufak tefek, çelimsiz (kimse). Yarından tezi yok: Gecikmeden, en kısa zamanda.

    Yarın öbür gün : Yakın bir gelecekte.

    Yarı yolda bırakmak (birini): -1. Ona yapılan yardımı, elverişsiz ve

    zamanda kesmek. -2. Birlikte girişilen, yapılan bir işten, o iş henüz P1″

    trilmeden ayrılmak.

    Yâr olmamak (bir şey, biri, birine): O şey onun işine yaramam

    hayrı dokunmamak

    Ya sabır çekmek: Bir sıkıntıya, üzücü bir duruma tepki göstermem0*

    ye çalışmak, buna katlanmak.

    Yasak savmak (biri) (bîr şey): -1. Bir şeyi hatır için, gönülsüz olarak yapmak. -2. Bir şey, bir gereksinmeyi o an için karşılamak.

    Yas tutmak : -1. Çok Ü2ülmek -2: Üzüldüğünü davranışlarıyla belli 0t”

    mek; matem tutmak.

    Yaşamınason vermek: -1. İntihar etmek kendini öldürmek; hayatına son vermek.-2. Kapatmak.

    Yaşı benzemesin: “Bu onun gibi aynı yaşta ötmesin.” anlamında birin den söz ederken kullanılır. ,

    Yaşı ne başı ne? : O daha küçük bu işi yapmaya ne yaşı ne de tec rübesi yeterlidir.” anlamında.

    Yaşım başını almış (yaşh başlı): Oldukça ileri yaşta olan, olgunlaş mış (kimse).

    Yaş ilerlemek: Yaşlanmak, ihtiyarlamak. .

    Yaşlı başlı: bk. Yaşını başını almış. ..-.:¦

    Yaş tahtaya (yer«) basmak: Aldanmak, aldatılmak.

    Yatağa bağlamak (hastalık, birini): Hastalık onu kalkamayacak denli etkilemek

    Yatağa (yataklara) düşmek : Hasta olup yatmak yatak hastası ol mak

    Yatağına girmek: Biriyle cinsel ilişki kurmak

    Yataklık etmek (birine) : Suçluyu gizlice barındırmak ona yardım et mek

    Yatak yorgan yatmak: Ağır hasta olmak; yorgan döşek yatmak.

    Yatık kalkıp : Her zaman, hep.

    Yatıp kalkmak (biriyle): -1. Orada barınmak -2. Onunla cinsel ilişki de bulunmak

    Yavaş gel (ol): ‘Abartma, o denli yüksekten atma!” anlamında uyan sözü.

    Yavaştan almak : -1. Yumuşak davranmak; alttan almak. -2. İşi gere ken süreden önce yapıp bitirme konusunda çaba harcamamak

    Yaya kalmak: -1. İstediğini yapamaz duruma düşmek -2. Yardtmasız kalmak

    Yaygarayı basmak (yaygara koparmak) : Bağırıp çağırmak

    Yaz boz tahtasına çevirmek (bir şeyi) : Onunla ilgili birbirini tutma yan kararlar almak

    Yazık etmek (bir şeye, birine): Ona zarar vermek onun hiç bir işe yaramaz duruma gelmesine yol açmak

    Yazık olmak (bir şeye, birine) : Ona zarar verilmek; boşa gitmek.

    Yazıklar olsun : “Yaptığın bu şeyden ötürü seni şiddetle kınıyorum.’ an lamında.

    Yazıya dökmek (bir şeyi): Onu yazı ile anlatmak

    Yedi düvelle barışık : Hemen herkesle çabuk dost dan, iyi geçinen (kimse).

    Yediği naneye bak!: “Yaptığı şu ters, uygunsuz işe bak!” anlamında şaşma, öfke belirtir.

    Yedi iklim dört bucak : Dünyanın her yanı.

    Yedi kat yabancı: Akraba, hısım, tanıdık gibi yakınlığı bulunmayan (kimse).

    Yedi kubbeli hamam kurmak: Gerçekleşmesi güç hayaller kurmak

    Yedirip içirmek ; Beslemek; banndırmak.

    Yedisinden yetmişine (yediden yetmişe) kadar: Büyük küçük her kes.

    Yeğ tutmak (bir şeyi, bir şeye): Onu dizelerinden üstün görmek, ter cih etmek.

    Ye kürküm ye!: “Bana gösterilen saygı kişiliğime değil de giyimime ve kuşamımadır.’ anlamında.



    Yelkenleri suya indirmek : Direnmekten vazgeçip anlayışlı davranma ya başlamak.

    Yel yepelek (yeperek) yelken kürek : Büyük bir telaş ve çabuklukla.

    Yemeden içmeden kesilmek: Üzüntü, korku, hastalık, heyecan vb. nedeniyle hiçbir şey yiyip içemez duruma gelmek.

    Yemin etmek: -1. Kutsal bir şeyi tanık göstererek söz vermek (Kars. Ant içmek.) -2. Doğru olduğunu ileri sürmek. -3. Bir şeyi yapmaya kesin söz vermek.

    Yemin etsem başım ağirmaz : “Sözünü ettiğim şeyin doğru, gerçek ol duğuna hiç korkmadan yemin edebilirim.” anlamında.

    Yemin içmek : bk. Ant İçmek.

    Yemin vermek : bk. Ant vermek.

    Yeni baştan : Yeniden, bir daha, baştan başlayarak.

    Yenilir, yutulur gibi değil: -1. Yenilecek nitelikte olmayan (yiyecek). -2. Çok pahalı olan. -3. Onur kına, can sıkıcı (söz). -4. Kendisiyle ba şa ctkılabilecek gibi olmayan (kimse).

    Yeni yeni: Son zamanlarda.

    Yer almak : -1 Bir topluluğun içinde bulunmak. -2. Aynlan yerde dur mak. -3. Adı bir yerde geçmek.

    Yer bulmak (biri) (birine) : -1. Bir kimse belirli bir işe girmek. -2. Bir’ kimseyi belirli bir işe sokmak.

    Yer cücesi: Ufak tefek, sinsi, kurnaz kimse.

    Yer demir, gök bakır: -1. “Başvurduğum yerlerin hiçbirinden gerekli yardımı göremedim.’ anlamında çaresizlik bildirir. -2. Çorak ve sıcak bir- yeri niteler.

    Yerden bftme (yerden yapma): (Alay yollu) Çok kısa boylu (kimse).

    Yerden göğe kadar : Pekçok, tamamıyle.

    Yerden yere çalmak (vurmak) (birini, bir şeyi): -1. Onu hoş olma yan sözlerle kötülemek, yermek. -2. Güreşte rakibini çok hırpalamak.

    Yere bakan yürek yakan : (Alay yollu) Sessiz ve.yumuşak görünüp sinsice işler çeviren (kimse).

    Yere bakmak : (Yaşlılar için) Ölümü yatan olmak.

    Yere göğe koy(a)mamak (birini) : Onu nasıl memnun edeceğini bile memek; ona çok önem vermek.

    Yere sermek (birini): -1. Onu yenmek. -2. Onu vurup Öldürmek.

    Yer etmek: -1. Bir şey bir yerde yerleşip kalmak, -2. Bir şey bir yerde iz bırakmak.

    Yeri gelmek : Sırası gelmek, zamanı uygun olmak.

    Yeri göğü birbirine katmak: Büyük bir heyecan, korku, telaş yarat mak.

    Yerinde duramamak: Sessiz ve hareketsiz duramamak, her an bir şeyler yapmak isteği içinde olmak.

    Yerinden etmek (birini): Onun işini, sahip olduğu yeri yitirmesine ne den olmak.

    Yerinden olmak : İşini, sahip olduğu yeri yitirmek.

    Yerinde olmak (birinin): Onun durumunda, konumunda bulunmak.

    Yerinde saymak: Bulunduğu konumda herhangi bir gelişme, aşama gösterememek.

    Yerinde yeller esmek: Yok olmak, ortadan kalkmak, kaybolmak.

    Yerin dibine geçmek: Herhangi bir olumsuz durumdan ötürü çok utanmak, kimseye görünmek istememek

    Yerine geçmek (biri) (bir şey): -1. Görevinden ayrılan bir kimsenin yerini doldurmak -2. Bir şey o anda bulunmayan jaşka bir şeyin ye rine kullanılabilmek, onun görevini yapabilmek.

    Yerine gelmek: -1. Daha önceki durumuna kavuşmak. -2. Gerçekleşti rilmek, yapılmak.

    Yerine getirmek (bir şeyi) : Onu yapmak, gerçekleştirmek.

    Yerine koymak (onu, bir şey, bir kimse): Ona, söz konusu şey, kim se gözüyle bakmak, onu herhangi bir şey, kimse saymak.

    Yerini doldurmak : -1. Görevini gereği gibi ysprhakl -2. Birimle, o’isj daha önce yapan kimse kadar başarılı olmak

    Yerini tutmak : -1. Bit görevi, İşi Öteki kimse kadar başarılı biçimde ya pabilmek -2. Bir $ay başka bir şeyin yaptığı görevi yapabilecek du rumda olmak

    Yeri olmak: -1. Uygun olmak -2. Sırası, zamanruygun olmak.

    Yeri öpmek : (Alay yollu) Yere düşmek.

    Yeri yurdu belirsiz: Nerede yatıp kalktığı, nerede dolaştığı belli olma yan, serseri (kimse).

    Yer kabul etmez: Çok günahkâr kimse için söylenir.

    Yerle bir etmek (bir yeri) : Orayı arök kullanılamayacak ölçüde tahrip etmek.

    Yerle bir olmak : Yok olmak

    Yerlere geçmek : Çok utanmak.

    Yerli yerinde : Her şey olması gerektiği yerde.

    Yerli yersiz: Uygun olup olmadığına bakmadan, gelişigüzel zaman da, saçma sapan.

    Yer tutmak : -1. Belirli bir yer, hacim kaplamak -2. Bir yerin kendisine ayrılmasını sağlamak.

    Yer vermek (bir şeye) (birine): -1. Ona önem vermek, onu önemli saymak -2. Ona önemli bir görev vermek -3. Bir olaya yol açmak -3. Kendi yerini başkasına bırakmak

    Yer yarılıp İçine girmek: -1. Kaybedilen (kaybolan) bir şey bir türlü bulunamamak -2. Utanandan ne yapacağını bilemez duruma gel mek ‘ .

    Yer yerinden oynamak: -1. Bir olay toplumda büyük bir telaş, coşku, kargaşa, tedirginlik yaratmak. -2. Bir iş çok gürültülü ve telaşlı bir bi çimde yapılmak

    Yeşil ışık yakmak (bir şeye, birine) : Ona, bir işin yapılmasına izin vermek

    Yıkım olmak : Bir iş, bir kimse için büyük bir felaketle sonuçlanmak

    Yılan hikâyesi: Bir türlü sonuçlanmayan, sonuca- kavuşturulmayan iş, sorun vb.

    Yıldırımları üstüne çekmek: bk Şimşekleri üstüne çekmek.

    Yıldızı düşük : Talihsiz (kimse).

    Yıldızı parlamak: Un kazanmak, tanınmaya başlamak

    Yıldızı sönmek : Ününü yitirmek, gözden düşmek

    Yıldızları barışık olmak: Birbirleriyle iyi anlaşmak, iyi geçinmek

    Yırtık pırtık: Çok yırtık, eskimiş, parça parça.

    Yiğitliğe bok (leke) sürmemek : Mertliğe aykırı davranışta bulunma mak.

    Yiğitlik sende (bende) kalsın : “Bu çekişmeli, tartışmalı konuda anla-

    yıştı, hoşgörülü, efendice davranan sen ot (ben olayım).1 anlamında.

    Yiyim yeri yapmak (etmek) (birini, bir yeri) : Bir kimseden ya da yer den sürekli olarak haksız kazanç sağlamak

    Yiyip bitirmek (birini): -1. Bir kimseyi sürekli tedirgin etmek -2. Yıkı mına neden olmak -3. Bir kimseden sürekli olarak para sızdırmak

    Yok canım : -1. “İnanılacak gibi değil, inanmam.” -2. “Doğru mu? Öyle mi? Vay canına!” anlamında şaşma bildirir.

    Yok devenin başı: “Bu konuyu çok abartıyorsun.” anlamında.

    Yok pahasına : Değerinden az bir parayla, çok ucuza.

    Yok satmak: Bir malı yokluğu yüzünden satamamak

    Yok yere : Hiçbir neden yokken, boşu boşuna; nafile yere.

    Yol açmak : -1. Bir davranışıyla tehlikeli bir durumun oluşmasına ne den olmak. -2. Davranışlarıyla başkalarına kötü örnek olmak.

    Yola düşmek : Bir yere gitmek üzere yola çıkmak

    Yola düzülmek : Yola çıkıp yürümeye başlamak

    Yola gelmek : Davranışlarını düzeltmek uslanmak

    Yola getirmek (birini) : Davranışlarını düzeltmesini, uslanmasını sağ lamak (Kars. Başa çıkmak.



    Yol almak: -1. Yolda ilerlemek -2. Bir işte, alanda ilerlemek, ileri git mek

    Yol aramak : İstenilen sonuca ulaştıracak bir çare aramak

    Yol bulmak : Çözüm yolu bulmak; çare bulmak.

    Yolcudur abbas bağlasan durmak: bk Abbas yolcu.

    Yol çizmek : Ne yapacağı, nasıl yapacağı konusunda plan yapmak

    Yoldan çıkmak : -1. Kötü, yanlış, tehlikeli davranışlara, eğilimlere yö nelmek -2. (Kadın için) Orospu olmak kötü yola düşmek

    Yolgeçen hanı: Hemerf herkesin gelip geçerken uğradığı yer.

    Yol görünmek : Bir yere gitmek gerektiği anlaşılmak

    Yol göstermek (birine) : Ona herhangi bir konuda neler yapması, na sıl yapması gerektiği konusunda akıl vermek; örnek olmak, kılavuz luk etmek.

    Yol gözlemek: Bir kimsenin gelmesini, bir şeyin olmasını beklemek, ummak

    Yol iz bilmek : -1. Gideceği yeri bilmek -2. Görgülü davranmak

    Yol kesmek (vurmak) : Issız yörelerde soygun yapmak.

    Yollara dökülmek: Kalabalık halde yolda olmak.

    Yollara düşmek: Herhangi bir önemli jş nedeniyle yola çıkmak, ora dan oraya gitmek.

    Yol olmak: Bir davranış, başkalarının da aynı davranışı yapmasıyla alışkanlık haline gelmek.

    Yolsuz yöntemsiz: Kural ve yöntemlere uygun ol onayarak.

    Yol tepmek: Çok uzun süre yürümek.

    Yol tutmak : Genel olarak yaşamını ya da herhangi bir konudaki dav ranış ve eylemlerini kendine özgü bir düzen içinde sürdürmek.

    Yolu düşmek (bir yere) : O yer yolu üzerinde bulunmak, oraya uğra mak.

    Yoluna can vermek (baş koymak) : Birinin uğruna ölümü bile göze

    almak

    Yolun (yolunuz) açık olsun : “Gittiğiniz yere kazasız belasız gitmenizi

    dilerim.” anlamında.

    Yoluna girmek (iş): O iş istenildiği gibi yürümek (olmak). Yoluna koymak (işi): Bir işi düzene koymak (Kars. Belini doğrult-

    mak.)

    Yolunda gitmek: -1. Bir iş istenildiği gibi yürümek. -2. Bir kimseyi izle mek, onun gibi yapmak

    Yolunu beklemek (gözlemek): Gelmesini beklemek

    Yolunu bulmak: -1. Amacına uygun bir çalışma düzeni içine girmek. -2. Bir işin yapılmasındaki kolaylığı bulmak -3. Yasadışı yollardan ka zanç sağlamak.

    Yolunu yapmak : Bir işi olumlu bir biçimde sonuçlandırabilmek için uy gun girişimlerde bulunmak.

    Yolu tutmak : Bir yoldan hiç kimseyi geçirmemek ya da geçenleri de netlemek için gerekli Önlemleri almak.

    Yol vermek: -1. Geçmesine müsaade etmek -2. İşten uzaklaştırmak, görevine son vermek (Kars. Kapının önüne koymak, sepet havası

    çalmak.)

    Yol yakınken : Yakın olduğu sezilen kötü duruma düşmeden, fazla ge cikmeden.

    Yol yordam : Herhangi bir şeyi yaparken uyulan kural ve yöntemlerin

    tümü.

    Yorgan döşek yatmak: bk Yatak yorgan yatmak

    Yorgan gitti kavga bitti: “Anlaşmazlığı doğuran neden ortadan kalkın ca çekişme de son bulmuş oldu.” anlamında.

    Yorgun argın : İyice yorulmuş, gücü kuvveti tükenmiş olarak

    Yorgun düşmek : Hertıangi bir işi yaparken çok yorulmuş olmak

    Yorgunluğunu almak: -1. Bir süre dinlenerek yorgunluğunu gider mek -2. Bir şey kimi yönleriyle bir kimsenin yorgunluğunu gidermek

    Yorgunluğunu (yorgunluk) çıkarmak : Yorgunluğu dinlendirici bir şey le ya da işle gidermek

    Yorgunu yokuşa sürmek : Zor bir işi birtakım söz ve davranışlarla da ha da zorlaştırmak; işi yokuşa sürmek.

    Yön vermek (birine, bir şeye) : Ona yeni bir biçim ve düzen vermek; İstikamet vermek

    Yörüngesine oturmak: Bir iş istenilen yönde gelişmek, yoluna gir mek; rayına oturmak.

    Yörüngesine oturtmak (bir işi) : O işi yoluna koymak; rayına oturt mak.

    Yufka yürekli: Acıklı durumlara katlanamayan (kimse); yüreği yufka.

    Yuf (yuha) çekmek (yuhaya tutmak): Beğenilmeyen bir davranış; söz vb’yi protesto etmek İçin “yuh” diye bağırmak



    Yukarıdan aşağı süzmek (birini): Bir kimsenin her yanına dikkatlice bakmak

    Yukarıdan bakmak (birine) : bk Tepeden bakmak.

    Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal: bk. Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık.

    Yuları birinin elinde olmak : O kimsenin her şekilde denetiminde, bo yunduruğunda olmak, ona bağımlı olmak

    Yuları eksik.: Kaba, görgüsüz (kimse).

    Yuları ele vermek (kaptırmak) : Başkasının buyruğu altına girmek.

    Yumruk atmak (indirmek): Yumrukla vurmak

    Yumruk göstermek : Korkutmak, tehdit etmek.

    Yumruk kadar : -1. Küçük (çocuk). -2. Aşağı yukarı yumruk büyüklü ğünde olan.

    Yumruk yumruğa gelmek : Yumruk vurarak döğüşmek.

    Yumurta kapıya gelmek (dayanmak): Yapılacak iş için zaman çok daralmış olmak, çok sıkışmak

    Yumuşak başlı: Söz dinleyen, uslu,, uysal (kimse).

    Yumuşak yüzlü : Hemen her İstenileni, güceniklik olmasın diye yap maya çalışan (kimse).

    Yurt tutmak: Bir yen yurt edinmek, o yerde devamlı yaşamaya başla mak; vatan tutmak.

    Yuva kurmak: Evlenmek.

    Yuvarlak hesap : Küçük tutarlar atıldıktan sonra geriye kalan hesap;

    toparlak hesap.

    Yuvarlak konuşmak: Gerekeni kesin olarak söylememek, genel ola rak konuşmak, değişik yorumlanabilecek sözler söylemek.

    Yuvarlak laflar: Açık, somut olmayan sözler.

    Yuvarlak sayı: Bütüne tamamlanmış sayı.

    Yuvarlanıp gitmek : -1. İçinde bulunulan koşullara ve gelir durumuna göre yaşamını sürdürmek. -2. Birdenbire Ölmek.

    Yuvasını bozmak {dağıtmak): Aile birliğini, dayanışmasını bozmak.

    Yuvasını yapmak : Ona hak ettiği karşılığı vermek; onun hakkında gel mek.

    Yuvasını yıkmak: -1. Biri birtakım nedenlerle kendi aile düzenini boz mak. -2. Bir kimsenin eşinden ayrılmasına yol açmak.

    Yük kaldırmak: İşlerin en zorlusunu üzerine alıp ötekilerin işini kolay laştırmak.

    Yük olmak (birine) : -1. Bir kimseyi, başka birinin masrafını ödemek durumunda bırakmak. -2. Güç bir işi başkasına yaptırıp onu sıkıntıya sokmak.

    Yüksek perdeden konuşmak: -1. Bir yerde herhangi bir nedenle yük sek sesle konuşmak. -2. Kendini başkalarından üstün gördüğünü ima eder biçimde konuşmak. -3. Gerçekleştirilmesi güç olan işleri ya pabileceğini abartılı biçimde söylemek.

    Yüksekten atmak: Yapılması çok güç olan ya da kendi bilgi, beceri ve yeteneğini aşan işleri yapabileceğini söylemek. (Kars. Mangalda kül bırakmamak, martaval atmak, palavra atmak.)

    Yüksekten bakmak (birine) : bk. Tepeden bakmak.

    Yüksekten uçmak (yükseklerde dolaşmak) : Elde edilmesi güç şey leri istemek.

    Yükte hafif pahada ağır : Taşınması kolay, parasal değeri yüksek eş ya için söylenir.

    Yükünü tutmak: Herhangi bir işten çok para kazanıp zengin olmak

    Yüreği ağzına gelmek: Beklemediği bir anda karşılaştığı tehlikeli bir olay nedeniyle çok korkmak.

    Yüreği dayanmamak (bir şeye): Herhangi bir acıklı durum karşısın da büyük bir act duymak; içi dayanmamak.



    Yüreği çarpmak : Heyecan, korku vb. nedeniyle yüreği hızlı çalışmak.’

    Yüreği geniş : Hiçbir şeyi kendine dert edinmeyen (kimse); içi geniş.

    Yüreği götürmemek (kaldırmamak) : Üzücü bir duruma katlanama-mak; İçi götürmemek.

    Yüreği hop etmek (hoplamak): Bir şeyden birdenbire korkup heye canlanmak; içi hop etmek.

    Yüreği kalkmak : Çok korkmak, korkup heyecanlanmak.

    Yüreğine (soğuk) su serpilmek: Duyduğu ferahlatıcı bir olay, haber nedeniyle üzüntüsü, kaygısı azalmak, hafiflemek.

    Yüreği oynamak : Çok korkmak

    Yüreği parçalanmak (parça parça olmak): Herhangi bir actlı, üzücü durumdan çok üzülmek, bu durumda dan kimseye, çok acımak; içi parçalanmak.

    Yüreğine işlemek: Bir şeyden olumsuz yönde etkilenip üzülmek, içi ne işlemek; içine işlemek.

    Yüreğine od (ateş) düşmek: Büyük acı duymak; içine od (ateş) düşmek.

    Yüreği yağ bağlamak: İstediği bir şey gerçekleştiği için çok sevin mek.

    Yüreği yufka : bk. Yufka yürekli.

    Yürek Selanik (birinde): (Şaka yollu) Çok korkak (kimse).

    Yürürlüğe girmek: Bir anlaşma, yasa vb.de yer alan maddeler (hü kümler) kararlaştırılmış bir tarihte uygulanmaya başlanmak.

    Yüz aklığıyla (yüzünün akıyla) çıkmak (bîr işten) : Bir işi kendisin den beklendiği gibi eksiksiz ve başarılı bir biçimde yapıp bitirmek.

    Yüz bulmak (biri, birinden): -1. Ondan yakın ilgi ve destek görmek. -2. Ondan şımarmasını, yaramazlık yapmasını hoş görecek kadar ilgi ve yakınlık görmek.

    Yüz bulunca (verince) astar istemek (yüz verdikçe yüz daha İste mek) : Gördüğü küçük bir ilgiden şımarıp, olmayacak işler yapmaya kalkışmak.

    Yüz çevirmek (birinden): Ona karşı gösterdiği yakın ilgi ve desteği kesmek. (Kars. Dirsek çevirmek.)

    Yüze gülmek (biri) (bir şey): -1. Yapmacık olarak güler yüz göster mek. -2. İç açan, ferahlık veren bir görünüşü olmak.

    Yüzüne gülmek : -1. Ortadostmuşgtbi davranmak. t2. Ona ilgi göster mek.

    Yüzüne güfmak: Ona dalkavukluk etmek.

    Yüzüne kan gelmek: Sağlığına kavuşmak.

    Yüzüne karşı (söylemek): Karşısına geçip, çekinmeden (söylemek).

    Yüzüne tükürseler yağmur yağıyor sanır : “Hiçbir sözü ya da davranı şı onur kına saymıyor, arsızca davranıyor.” anlamında.

    Yüzüne vurmak (çarpmak) (bir suçu, kabahati): Kabahatini, kusuru nu yüzüne karşı söyleyip ayıplamak, kınamak

    Yüzünü ağartmak: Kendisinin-ya da başkasının övüneceği bir iş yap mış olmak.

    Yüzünü ekşitmek (buruşturmak) : Herhangi bir şeyden memnunluk

    duymadığını yüz ifadesiyle belirtmek.

    Yüzünü gören cennetlik : “Hiç ortalıkta görünmüyor (görünmüyor-

    sun).” anlamında sitem sözü.

    Yüzünü görmemek: Birini uzun süreden beri görmemiş olmak.

    Yüzünü güldürmek : Onu sevindirmek, mutlu etmek.

    Yüzünü kara çıkarmak: Birini, ileri sürdüğü bir görüşte yanıldığını or taya koyarak utandırmak.

    Yüzünü kızartmak: -1. Herhangi bir şeyi yapmadan.önce utandığını yüz ifadesiyle belli etmek. -2. Birini utanacak bir duruma düşürmek.

    Yüzünün akıyla çıkmak (bir işten): Yüz akıyla çıkmak.

    Yüzünü şeytan görsün : Sevilmeyen bir kişiye duyulan nefreti bildirir.

    Yüzünüze güller (gülsuyu) : İğrenç bir şey anlatılırken, orada bulunan lar tiksinmesin diye söylenir.

    Yüzü olmamak: bk. Yüzü kalmamak.

    Yüzüstü bırakmak (birini) (bir şeyi): -1. Onu yapayalnız, kötü bir du rumda bırakmak. -2. Bir işi savsaklamak, ihmal etmek.

    Yüzüstü kalmak : Bir iş zamanında yapılmamak.

    Yüzü suyu hürmetine : Ona duyulan saygı gereği.

    Yüzü tutmamak(bir şey söylemeye): Çekinme, sıkılma, gibi nedenler le bir kimseden bir şey istemeye, ona bir şey söylemeye çekinmek.

    Yüzü yerde : Mahcup, utangaç, alçak gönüllü (kimse).

    Yüzü yok: “Bir şey istemeye, yapmaya cesareti yok.” anlamında.

    Yüz vermek (birine): -1. Ona ilgi ve yakınlık göstermek. -2. Ona hoş görülü davranmak, onu şımartmak.

    Yüz yüze bakmak: Birbirleriyle her zaman karşı karşıya gelip konuşur

    durumda olmak

    Yüz yüze gelmek: Karşılaşmak, karşı karşıya gelmek.




Aktive Benutzer

Aktive Benutzer

Aktive Benutzer in diesem Thema: 1 (Registrierte Benutzer: 0, Gäste: 1)

Berechtigungen

  • Neue Themen erstellen: Nein
  • Themen beantworten: Nein
  • Anhänge hochladen: Nein
  • Beiträge bearbeiten: Nein
  •