B Harfi ile başlayan deyimler

Thema bewerten:
Ergebnis 1 bis 1 von 1

Thema: B Harfi ile başlayan deyimler

  1. Gehen Sie zu DankeHerunterladen #1
    Gehen Sie zu Danke
    Kıdemli Üye Avatar von İnfo

    Info

    Gehen Sie zum Anfang des Beitrags

    Deyim B Harfi ile başlayan deyimler

    B Harfi ile başlayan deyimler

    Bu yazımızda sizlere B harfi ile başlayan deyimler ve deyimlerin anlamları hakkında bilgiler vereceğiz.

    B Harfi ile başlayan deyimler

    Baba adam : Yaşlı, hoşgörülü, yardımsever adam.

    Babaları tutmak (üstünde olmak): Sinir ve öfkeden bağırıp çağır mak, çok öfkelenmek.

    Babamın adı Hıdır, elimden gelen budur : “Yeteneğim, gücüm ancak bu kadarını yapmama elveriyor.” anlamında.

    Babasının hayrına : “Hiçbir çıkar elde etmeden, sadece İyilik olsun di ye” anlamında.

    Bacak kadar: Ufak tefek; kısa boylu (kimse) (Karş.EI kadar.)

    Badire(yi) atlatmak : Tehlikeli durumu geçiştirmek.

    Bağ bozmak : Mevsim sonunda bağdaki üzümleri toplamak.

    Bağdaş kurmak: Sol ayağını sağ bacağın, sağ ayağını da sol baca ğın altına alıp oturmak.

    Bağlandığı yerde otlamak : Yerinde saymak, hiçbir ilerleme göster memek.

    Bağrına basmak (birini): Sevgi gösterip onu koruyuculuğuna almak.

    Bağrı yanık : Çok dertli, acılı (kimse).

    Bahar başına vurmak (birinin) : -1. Havalar iyice ısınmadan İnce gi yinmek. -2. Coşkun, taşkın, aşırı davranışlarda bulunmak.

    Bahis açmak (bir şeyden, kimseden) : Onun hakkında konuşmaya başlamak, ondan söz etmek.

    Bahse girmek (biriyle): Onunla herrjangi bir konuda kendi görüşü nün doğru olduğuna ilişkin iddiaya girmek.

    Bahse tutuşmak (biriyle): Karşılıklı bahse girmek; iddialaşmak.

    Bahtı açık: İşleri yolunda giden; talihi açık, şansı açık, kısmeti açık.

    Bahtı bağlı olmak: -1. İşleri İstediği gibi yürümemek. -2. Evlenecek çağa gelmiş kıza kısmet çıkmamak; kısmeti bağlı olmak.

    Bahtı kara : Talihi kötü olan.

    Bahtına küsmek : İşlerin ters gitmesi yüzünden karamsar olmak; şan sına küsmek, talihine küsmek.



    Bakış açısı: Bir olayı, durumu belirli bir açıdan, yönden inceleme; gö rüş açısı.

    Bakkal çakkal: Bakkal, kasap, manav gibi esnaf için küçümseme yol lu kullanılır.

    Bakkal defteri: Düzensiz, karalanmış, yıpranrmş defter.

    Baklayı ağzından çıkarmak: Gizli tuttuğu şeyleri açıklamak, söyleye mediği şeyleri sabrı tükenince söylemek.

    Baldın çıplak: -1. İşsiz güçsüz (kimse). -2. Serseri.

    Bal gibi: Pekâlâ, adamakıllı, çok iyi, gereği gibi.

    Balık eti, balık etinde : Şişman değil, ama dolgunca. (Karş.Etine dol gun.)

    Balık istifi: Çok sıkışık , üst üste, kalabalık olarak.

    Balık kavağa (kurbağa ağaca) çıkınca : “Olmayacak şeyler olursa” anlamında kullanılır.

    Balon uçurmak : Asılsızca haber yaymak.

    Batta olmak (birine): Birisinden ısrarla, bıkkınlık verdirecek ölçüde bir şeyler istemek; ona asılmak.

    Baltayı taşa vurmak : Farkında olmadan karşısındakini rahatsız ede cek, kızdıracak söz söylemek. (Kars. Çam devirmek, gaf yapmak, pot kırmak.)

    Bam teline basmak (dokunmak) (birinin) : Bir kimseyi duyarlı oldu ğu bir konuda kızdıracak söz söylemek, davranışta bulunmak.

    Bana (sana, ona) göre hava hoş : “Öyle ya da böyle olması benim (senin, onun) için fark etmez.” anlamında.

    Bana mısın dememek : Zorlu bir işe, etkene vb’ye dayanmak, bunlar dan hiç etkilenmemek.

    Bardağı taşıran son damla : Sonunda insanın sabrını tüketen, olum suz tepki yaçatan söz, davranış vb.

    Bardaktan boşanırcasına : (Yağmur için) Çok miktarda, şiddetli.

    Barut fıçısı gibi: -1. Her an bir çatışmanın çıkabileceği olasılığı bulu nan (yer). -2. Çok kızgın, öfkeli, sert (kimse).

    Barut kokusu gelmek (burnuna) : Savaş ya da tehlikeli bir şey otaca-ğını sezmek.

    Basamak yapmak (bir şeyi, birini) : Bir kimseden ya da durumdan, daha yüksek bir yere gelebilmek için yararlanmak.

    Basıp geçmek: -1. Önündekini geçmek. -2. Ona uğramamak. -3. Ona Önem vermemek.

    Basıp gitmek : Bir yerden çabucak ayrılmak, uzaklaşmak.

    Basireti bağlanmak : Olabilecekleri sezdiği halde uygun biçimde dav-ranamamak.

    Baskına uğramak : -1. Düşmanın anı ve beklenmedik saldırısına uğra mak. -2. Suçüstü yakalanmak. -3. Bir doğa afetinden büyük ölçüde et kilenmek.

    Baskın çıkmak (birinden, bir şeyden): Ondan üstün olmak, onu geri de bırakmak.

    Baskın yapmak : -1. Bir kimseyi suçüstü yakalamak İçin bulunduğu yere ansızın girmek. -2. Düşmana beklemediği bir anda saldırı dü zenlemek. -3. Haber vermeden konuk gitmek, ziyarete gitmek.

    Bastığı yerde ot bitmemek: Gittiği yere uğursuzluk götürmek; çok şanssız olmak.

    Bastığı yeri bilmemek: Sevinç, heyecan, vb. etkisiyle davranışlarını denetleyememek, şaşırmak, ne yaptığını bilememek.

    Baston yutmuş gibi (yürümek): Sallanmadan, dimdik (yürümek).

    Başa baş : Eşit, denk, aynt.

    Başa çıkarmak (bir işi) (birini) : -1. Bir işi sona erdirmek. -2. Onu çok şımartmak.

    Başa çıkmak (biriyle); Ona gücünü kanıtlamak, istediğini yaptırabil mek. (Kars. Yola getirmek.)

    Başa geçmek: -1. Yönetici mevkiine geçmek, yönetimde en üst yeri almak. -2. önem bakımından ilk sıraya geçmek.

    Başa (bir şey) gelmek : Kötü bir durumla karşılaşmak.

    Başa güreşmek: -1. Yağlı güreşte; güreşçiler, başpehlivanlık sanını kazanmak için yarışmak. -2. En üstün dereceyi almak için mücadele etmek.

    Baş ağrıtmak : Çok konuşarak dinleyenlere bıkkınlık vermek.

    Baş alamamak : bk Başını alamamak



    Baş aşağı: -1. Başı yere yönelik biçimde. -2. Başından aşağıya (yere) doğru.

    Baş aşağı gelmek : -1. Tepesi üstü düşmek. -2. Bütün işleri alt üst ol mak.

    Baş aşağı gitmek: Durumu gittikçe kötüleşmek, sürekli kötüye git mek.

    Baş baş : Küçük çocukların “Allaha ısmarladık” anlamında ellerini baş larına götürmelerini sağlamak için söylenen söz.

    Baş başa : Birlikte, beraberce; kafa kafaya.

    Baş başa vermek : Görüş alışverişinde bulunmak amacıyla bir araya gelmek, bir iş için güçlerini birleştirmek; kafa kafaya vermek.

    Baş belası: Sürekli rahatsız eden ve bir türlü kurtulunamayan (kimse,

    . şey); başının derdi. (Kars. Tatlı bela)

    Baş döndürücü : -1. (Hız ve sürat için) Olağanüstü. -2. Baygınlık veri ci. -3. Korku verici, korkutucu. -4. Sarhoş edici. -5. Çok büyük, büyük hayranlık uyandıran.

    Baş edememek (bir şeyle, biriyle) : -1. O işi basaramamak; o işin üstesinden gelememek. -2. O kimsenin sö* ve davranışlarını düzelte-memek.

    Baş eğmek (birine) : Güçlü, sözü geçer bir kimsenin buyruğuna uy mayı kabul etmek. (Kars. Boyun eğmek.)

    Baş etmek (bir şeyle) (bir kimseyle) : Onu yenmeye gücü yetmek, o konuda başarı kazanmak.

    Baş göstermek : -1. Ortaya çıkmak, belirmek, gözükmek. -2. (Güneş için) Doğmak.

    Baş göz etmek (birini) : Onu evlendimek, evermek.

    Baş göz olmak : Evlenmek, evlendirilmek.

    Başı ağrımak : Bir işi, kararı vb. nedeniyle sorumlu olmak; bu konular daki olumsuzluklardan etkilenmek, üzülmek.

    Başı altından çıkmak (birinin) : Kötü bir durum onun tasarım ve girişi miyle meydana gelmek; kafasının atfından çıkmak.

    Başı belada olmak : Büyük bir felaketle, sıkıntılı bir durumla karşı kar şıya olmak.

    Başı belaya girmek : Üzücü, tehlikeli bir durumla karşılaşmak. Başı boş bırakmak (birini) (bir şeyi) : Onu de netle meyi p kendi hali ne bırakmak.

    Başı boş kalmak : Denetim altında bulunmamak, karışanı görüşeni ol mamak.

    Başı (baş) çekmek: -1. Bir işte ön ayak olmak, bir işin yapılmasında Öncü olmak. -2. Halayın başında bulunup oyunu yönetmek.

    Başı dara düşmek (başı daralmak) : -1. Sıkıntılı bir durum içinde’ ol mak. -2. Paraca darlığa düşmek.

    Başı darda (kalmak, olmak) : Sıkıntı içinde (olmak).

    Başı derde girmek (düşmek) : Üzücü, sıkıntı verici bir durumla karşı laşmak.

    Başı dik (dimdik, alnı açık) ; Onurlu; onurlu biçimde.

    Başı dertte (olmak) : Sıkıntılı, tehlikeli bir durum içinde (olmak).

    Başı dinç (olmak): Herhangi bir kaygısı/sorunu olmayan (olmamak),

    huzur içinde yaşayan (yaşamak).

    Başı dönmek: -1. Dengesini yitirip düşecek gibi olmak. -2. Kötü bjr «şey karşısında karşısında bunalmak, sıkılmak. -3. Görkemli, ilk kez -

    görülen bir şey karşısında şaşırıp kalmak. -4. Ulaştığı zenginlik ya da

    mevki nedeniyle şımarıkça davranışlarda bulunmak.

    Başı dumanlı: -1. (Dağ için) Tepesini, doruğunu sis bürümüş. -2. İçki den sarhoş olan ya da sevgi nedeniyle kendinden geçen (kimse); ka fası dumanlı. -3. Açık seçik düşünebilecek, karar verebilecek, durum da olmayan (kimse).



    Başı eğik (olmak, kalmak): Söz söyleyemez, direnemez, mahcup du rumda (olmak); kafası eğik.

    Başı göğe ermek (değmek) : Beklenmedik bir anda büyük bir mutlu luğa kavuşmak; bundan ötürü çok böbürlenmek. (Kimi zaman alay’ yolu kullanılır.)

    Başı hoş olmamak (bîr şeyle), (biriyle) : -1. Ondan hoşlanmamak. -2. O kimseyle arası bozuk olmak; kafası hoş olmamak.

    Başı için (birinin) : Değer verilen kişinin hayatı sözkonusu edilerek kullanılan ant ya da yalvarma sözü.

    Başı kabak: -1. Saçları dökülmüş. -2. Başında şapka, başörtüsü vb. olmayan.

    Başı kalabalık olmak: Yanında iş, konuşma vb. nedenlerle birçok kimse bulunmak.

    Başı kazan gibi olmak : -1. Gürüjtü, vb’den çok rahatsız olmak. -2. Ça lışmak vb’den dolayı zihinsel yorgunluk duymak; kafası kazan gibi olmak.

    Başımla beraber : Memnuniyetle, seve seve, hiç rahatsız olmaksızın.

    Başına bela etmek (birini, bir şeyi) : Onu kendisine sıkıntı verecek bir durumu getirmek; o şeyin kendisini tedirgin edecek duruma gel mesine neden olmak.

    Başına bela kesilmek : Bir kimse ya da şey, sıkıntı verecek, dert ola cak duruma gelmek.

    Başına bela olmak : Bir şey ya da kimse sıkıntı verir duruma gelmek.

    Başına bela sarmak : Birisine bir şeyi musallat etmek, o şeyin onu ra hatsız etmesine yol açmak.

    Başına belayı satın almak : Rahatsız edici, üzücü olduğu sonradan anlaşılan bir işe kendi isteğiyle girişmiş olmak.

    Başına bir şey (bela, bokluk, hal, İş, kaza vb) gelmek : Kötü bir du ruma düşmek, istenmeyen bir durumla karşılaşmak.

    Başına bitmek (birinin) : İstemediği halde yanına gelip bir türlü ordan ayrılmamak, ısrarlı isteklerde bulunmak.

    Başına buyruk : -1. Hiç kimseden izin almak gereğini duymadan, İste diği gibi davranan. -2. özgür, bağımsız (bir biçimde).

    Başına çalmak (bir şeyi) : -1. Bir şeyle vurmak. -2. Bir şeyi öfkeyle geri vermek ; kafasına çalmak.

    Başına çıkarmak (birinin) : Onu çok şımartmak; tepesine çıkarmak.

    Başına çıkmak: Birinin hoşgörüsünü, yakınlığını fırsat bilip şımarıkça davranmak; tepesine çıkmak.

    Başına çorap örmek : Birini kötü duruma düşürmek için gizli plan ha zırlamak; çorap örmek.

    Başına dikilmek : Başucunda durmak, rahatsız etmek; tepesine dikil mek.

    Başına iş açmak : Zor, zorunlu bir işe kendi İsteğiyle girişmek. Başına kakmak : Yaptığı iyiliği, iyilik yaptığı kimsenin yüzüne karşı söyleyerek onu incitmek; kafasına kakmak. Başına kalmak : Bir işin yapılması, bir kimsenin bakımı, ağırlanması onun görevi olmak.

    Başına vur, ağzından lokmasını al: Uysal, boyun eğen (kimse). (Kars. Yumuşak baştı.)

    Başından aşağı kaynar sular dökülmek : bk. Başından kaynar su dökülmek.

    Başından atmak (defetmek) (birini) (bir şeyi) : -1. Rahatsızlık veren, artık sıkıa olan bir kimseyle olan ilişkiye son vermek. -2. Yapılması güç olan ya da çok zaman alacak olan bir işi bırakmak.

    Başından büyük işlere girişmek (kalkışmak) : Bilgi, beceri ve yetkisi ni aşan işleri yapmak istemek, bunlara yeltenmek.

    Başından geçmek: Söz konusu olayı (olayları) yaşamış olmak; söz konusu durumla daha önce karşılaşmış olmak.



    Başından (aşağı) kaynar su (sular) dökülmek : Üzücü, utandırıcı bir olay, durum karşısında büyük bir sıkıntı duymak; vücudunu sıcak bir ter basmak; kafasından kaynar su dökülmek.

    Başından savmak (bir şeyi, bir kimseyi) : Onu herhangi bir bahane ile uzaklaştırmak.

    Başında olmak (bir durum birinin) : Aynı sıkıntılı durumu yaşamakta olmak.

    Başında paralansın (parçalansın) : Yapılan bir iyilik çok söylendiğin de ya da pek bir işe yaramadığında, o iyiliğin artık istenmediğini be lirten iîenç sözü; kafasında paralansın.

    Başını ağrıtmak : -1. Gereksiz, yersiz sözlerle bunaltmak. -2. Tedirgin etmek, uğraştırmak, can sıkmak; kafasını ağırtmak.

    Başını (baş) alamamak (bir şeyden): O şeyden kendisini bir türlü kurtaramam ak.

    Başını alıp gitmek (kaçmak, savuşmak): -1. Hiç kimseye danışma dan, haber de vermeden bulunduğu yerden uzaklaşmak. -2. (Fiyat, ücret, faiz vb) Gittikçe artmak, yükselmek.

    Başını (başında) beklemek: Bir kimseyi, şeyi korumak, gözetlemek

    Başını belaya (derde) sokmak (salmak) : Hiç gereği yokken bir kim seyi sorumlu kılan, başını ağrıtan bir duruma itmek..

    Başını boş bırakmak: Bir şeyi ya da kimseyi kendi haline bırakmak; denetim altına tutmamak.

    Başını dinlemek : Kalabalıktan, gürültüden uzak, sessiz sakin bir yer de dinlenmek; kafasını dinlemek.

    Başını döndürmek : -1 .(Korku, içki, tütün vb) Baygınlık vermek, bayıla cak duruma getirmek. -2. Çok beğenmek, büyük bir ilgi duymak.

    Başını ezmek: Birisini bir daha kötülük yapamayacak duruma getir mek, yok etmek; kafasını ezmek.

    Başını gözünü yarmak : Bir işi istenildiği gibi yapmamak; o işi kusur lu, eksik bir biçimde yapmak; kafasını gözünü yarmak.

    Başını (bir şeyden) kaldırmamak (kaldıramamak) : -1. Bir işi yapar ken hiç ara vermemek, o işin gidişini bozacak başka bir iş yapma mak; kafasını kaldırmamak. -2. Hasta bir türlü iyileşip ayağa kalka-mamak; kafasını kaldırmamak.

    Başını kaşımaya vakti olmamak (başını kaşıyacak durumda olma mak) : İşleri çok ve sıkışık durumda* olmak; kafasını kaşımaya vakti olmamamak.

    Başının artından çıkmak (bir şey, birinin): Kötü bir şey birinin, kur nazca hazırladığı bir plana göre yapılmak; kafasının altından çık mak.

    Başının çaresine bakmak: İçinde bulunduğu güç durumdan kendi olanaklarıyla kurtuluş yolu aramak.

    Başının derdi: (özellikle çocuklar için sitem yollu söylenir) Çok rahat sızlık veren, eziyet eden; baş belası.

    Başının etini yemek : Birisinden ısrarla, bıkkınlık verecek ölçüde bir şeyler istemek; kafasının etini yemek.

    Başını şişirmek : Çok konuşmak ya da gürültü vb ederek başının ağrı masına yol açmak; kafasını şişirmek.

    Başını taşa (taştan taşa) vurmak : Bir fırsatı kaçırınca ya da başarısız lığa uğrayınca çok üzülmek, kafasının taştan taşa vurmak.

    Başını yakmak (birinin) : Onu tehlikeli bir duruma sokmak, zarar sokmak

    Başını yemek (birinin): -1. Bir kimsenin tehlikeli, güç bir duruma düş mesine yol açmak. -2. Öldürmek, ölümüne yol açmak. -3. bk. Başı nın etini yemek.

    Başın (başınız) sağ olsun: Bir yakını ölmüş kimseye söylenen teseli sözü.

    Başı önünde: -1. Terbiyeli, uslu (kimse). -2. Utangaç, mahcup (kim se).

    Başı sıkışmak (sıkılmak) : Herhangi bir güçlükle karşılaşmak. Başı sonu belli değil: Çok düzensiz, karmakarışık. Başı (başı beyni) şişmek: Gürültü, yorgunluk vb’den çok rahatsız ol mak; kafası şişmek.

    Başı tutmak: Gürültü, fazla konuşma, üzüntü ya da başka bir nedenle başı ağrımaya başlamak; kafası tutmak.



    Başı yerine gelmek : Kafası dinlenmiş, yorgunluğu gitmiş olmak; ka fasın yerine gelmek.

    Başı yukarda : Onurlu, kibirli, kendini beğenmiş (kimse). (Kars. Burnu havada)

    Baş kaldırmak (bir şeye, birine) : Ayaklanmak, İsyan etmek, karşı gelmek.

    Baş kıç belli değil: “Burada, bu toplulukta tam bir kargaşa, düzensiz lik hâkim: Kim yönetici; kimler yönetiliyor belli değil.” anlamında..

    Baş koymak (bîr şeye): Bir ülkü, amaç uğruna ölümü bile göze alıp uğraşmak.

    Baş tacı etmek (bîrin): Ona büyük saygı göstermek, değer vermek. Başta gelmek: En ön sırada olmak, üstün durumda bulunmak; önde gelmek.

    Başta gitmek : En ileri, en üstün, durumda bulunmak. Baştan aşağı (asağa) (Baştan ayağa); Başından sonuna kadar; bü tünüyle; tepeden tırnağa.

    Baştan başa : Bütünüyle, her yönüyle, iyice,.bir uçtan Öbür uca kadar. (Kars. Tepeden tırnağa)

    Baştan çıkarmak (birini) : Onu etkileyerek kötü yola sürüklemek, doğ ru yoldan saptırmak; ayartmak.

    Baştan çıkmak: Yasadışı, ahlakdışı yollara sapmak;, kotu insan ol mak.

    Baştan savma (iş): Özen göstermeden, gelişigüzel bir biçimde yapı lan (iş).

    Baştan savmak: bk. Başından savmak.

    Belasını aramak : Kendisi için tehlikeli bir durum yaratmak. (Kars. Ca nına susamak, eceline susamak, kanına susamak.)

    Belasını bulmak : Yaptığı kötülüklerin karşılığını bulmak, cezasını çek mek.

    Belaya çatmak : Tedirgin edici bir durumla ya da kavgacı biriyle karşı laşmak.

    Bel bağlamak (birine, bir şeye): Ona güvenmek, inanmak. Bel bei bakmak : Şaşkın şaşkın bakmak.

    Belge almak : İki yıl aynı sınıfta üst üste kalan öğrenci, okuldan uzak laştırılmak.

    Beli bükülmek : Yaşlılık nedeniyle bir iş yapamaz duruma gelmek. Beli gelmek : Cinsel İlişki sırasında boşalmak. Belini bükmek (bir şey, bir kimse birinin): O, söz konusu kimsenin

    çaresizlik içinde kıvranmasına yol açmak.

    Belini doğrultmak: İşlerini düzene koymak (Kars. (İşi) yoluna koy mak.)

    Belini kırmak: -1. Fena halde dövmek. -2. Hırpalamak, bir şey yapa maz duruma getirmek. -3. Bir işin en güç kısmını yapıp bitirmek, ko laylaştırmak

    Belirli belirsiz: Çok az belli olan, zorlukla seçilebilen. Belli başlı: -1. En önemli, başlıca. -2. Belirli. Belli belirsiz: Çok az belli olan, kolayca sezilemeyen. Bel vermek: -1. (Duvar için) Ortası kamburlaşmak. -2. (Tavan için)

    Aşağı doğru sarkmak.

    Benden günah gitti (Benden söylemesi) : “Ben görevimi yaptım, ge rekeni söyledim; bundan sonrası için sorumluluk kabul etmem.’ anla-, mında.

    Benden sonra tufan : Kendinden sonrakileri, sonra olacakları düşün meyen kimsenin tutumunun yanlışlığını belirtmek için söylenir. Benden uzak olsun da, Mısır’a sultan olsun : “Söz konusu kimse, ne rede, hangi mevkide olursa olsun, yeterki benden uzakta bulunsun.” anlamında. Bende (sende, onda) o göz var mı? : “Bunlara inanacak kadar saf

    mıyım? (saf mısın?) , (saf mı?).” anlamında.

    Ben derim bayram haftası, o anlar mangal tahtası: “Benim söyledik lerimden bambaşka şeyler anlıyor, anlamlar çıkarıyor.” anlamında. Ben diyorum hadımım, o diyor (soruyor) oğul uşaktan neyin var (çoluk çocuktan ne haber?) : “Ben gücüm olmadığını, bu işi yapama yacağımı söylüyorum; o hâlâ benden yardım istiyor, birtakım işler yapmamı umuyor.” anlamında.

    Benim diyen : Kendine çok güvenen (insan).

    Benim oğlum bina olur, döner döner yine okur: Hiçbir sonuca var madan aynı şeyleri yineleyip duran kimse için alay yollu söylenir.

    Benzi atmak (uçmak) : Korkudan ya da heyecandan yüzü sararmak; beti benzi atmak.

    Benzi kül gibi olmak : Korkudan yüzünden kan çekilmek, yüzü sapsarı olmak.

    Benzine kan gelmek : İyileşmek, canlanmak.

    Berabere kalmak: Bir oyunda her iki tarafın da aldığı sayılar eşit olmak, yenişememek.

    Bereket versin (bereket ki, bereket versin ki) : -1. “Tanrıya şükür ki.” anlamında yaşanılan kötü bir durum için söylenir. -2. “Tanrı size bol para versin.” anlamında iyi dilek sözü.



    Besledik büyüttük danayı, (şimdi) tanımaz oldu anayı: “0 kimseyi biz yetiştirdik, bu hale getirdik, şimdi yüzümüze bile bakmıyor.” anlamında.

    Beş aşağı beş yukarı: Yaklaşık olarak; üç aşağı beş yukarı.

    Beş beter: Çok kötü.

    Beşik kertme nişanlı (beşik kertiği) : Daha beşikte iken ailesi tarafın dan nişanlanmış.

    Beşinci kol: Düşmanla iş birliği yaparak ülkeyi içten çökertmeye çalı şan örgüt.

    Beş kardeş (yemek): Tokat (yemek).

    Beşlik simit gibi kurulmak: Önemli bir kişiymiş gibi kasılarak otur mak.

    Beş para etmez : “Hiçbir değeri yoktur.” anlamında.

    Beş paralık etmek (birini) : Ayıplarını söyleyip onu küçük düşürmek.

    Beş paralık olmak: Ayıpları ortaya döküldüğü için küçük düşmek.

    Beş parasız : Yoksul, parasız.

    Bet bet bakmak: Kötü bir şey yapacakmış gibi bakmak.

    Beterin beteri: En kötü sanılandan daha kötü olan şey İçin söylenir.

    Beti benzi kalmamak (atmak, uçmak, kireç kesilmek): Korku, üzün tü vb. nedeniyle yüzünden kan çekilmek; benzi atmak.

    Beti bereketi olmamak (kaçmak) : -1. Yiyecek çabuk tükenir olmak. -2. Paranın satın alma gücü düşmek.

    Beyaz kömür: Elektrik enerjisi.

    Beyaz oy : Kabul oyu.

    Beyaz perde : Sinema, sinema sanatı.

    Beyaz zehir : Eroin, uyuşturucu madde.

    Bey devesi (danası) gibi yan gelip geviş getirmek : Hiçbir işe el sürmeden keyfince yiyip içmek, yaşamak.

    Bey gibi yaşamak: Bolluk içinde yaşamak.

    Beyhude yere : Boş yere, gereği yokken, boşu boşuna; yok yere.

    Beyin göçü: Özellikle azgelişmiş bir ülkenin yetişmiş, nitelikli bilim adamlarının çalışmak üzere gelişmiş ülkelere gitmesi olgusu.

    Beyin yıkamak : Çeşitli yöntemler uygulayarak birisini belirli bir düşün ceyi benimsemeye zorlamak.

    Beyin yormak : Bir konu üzerinde çok düşünmek; kafa yormak.

    Beylik söz: Herkesçe kullanılan, basamakalıp söz.

    Beyni atmak: Çok kızmak; tepesi atmak.

    Beyni bulanmak (uyuşmak): Sersemlemek, sağlıklı düşünemez duru ma gelmek.

    Beyninden vurulmuşa dönmek : Kötü bir haber alıp, hiçbir şey düşün meyecek duruma gelmek.

    Beyni sulanmak : Bunamak, sağlıklı düşünebilme gücünü yitirmek.

    Bezginlik gelmek (birine bir şeyden) : 0 şeyden yorulmak, bıkmak, usanmak.

    Bıçak kemiğe dayanmak : Sıkıntı, 2ahmet, artık dayahılamayacak bir duruma gelmek.

    Bıçak sırtı: -1. Çok az (fark, zaman), -2. Çok yakın (aralık). (Kars. Kıl payı.)

    Bıkkınlık gelmek (birine) : Ondan bıkmak, usanmak, bunalmak.

    Bıkkınlık vermek (birşey birine) : Bir şeyi tekrarlaya tekrar I aya karşı sındakini usandırmak.

    Bıyığı (bıyıkları) terlemek : Bıyığı yeni çıkmaya başlamak.

    Bıyık altında gülmek : Birinin içinde bulunduğu duruma alay ederek, belli etmeden gülmek.

    Bıyık bırakmak : Bıyıklarını kesmeyip uzatmak.



    Biçilmiş kaftan : Bir işe, kimseye en uygun , en elverişli olan.

    Bildiğinden şaşmamak: Hiçbir şeyden etkilenmeyip, doğru saydığı davranışını sürdürmek. (Kars. Gürültüye pabuç bırakmamak.)

    Bildiğini okumak (yapmak): Başkalarının sözüne kulak asmadan is tediği gibi davranmak.

    Bile bile : Bilerek, isteyerek; kasıtlı olarak, kasten.

    Bile bile lades : Aldandığını bildiği halele hiç itiraz etmeme, bunu ka bul etmiş görünme.

    Bileğine güvenmek : Kendi gücün, bilgisine, yeteneğine güvenmek,

    Bileğinin hakkıyla : Kendi çalışması ve gücüyle.

    Bilincine varmak (bir şeyin) : O şeyi iyice anlamak, kavramak; ger çekliğini görmek.

    Bilir bilmez: Yarım yamalak bilerek; eksik bilgi ile.

    Bilmezlikten (bitmemezlikten) gelmek: Bilmiyor görünmek.

    Bilmiyorsun (bilmediğin) bu boku, git mektebinde oku : “Mademki bu şeyi bilmiyorsun, niçin uğraşıp duruyorsun? Bari öğren, sonra gel, uğraş.” anlamında.

    Binde bir: Çok seyrek olarak; nadiren.

    Bin dereden su getirmek : Birini kandırmak için bir yığın gerekçe ileri sürmek, aldatıcı sözler söylemek; kırk dereden su getirmek.

    Bindiği dalı kesmek: Yarar sağladığı bir şeyi ortadan kaldırmak, ken disi için zararlı duruma getirmek.

    Bini aşmak : Çok fazla olmak.

    Bini bir paraya : Pekçok, bol.

    Binin yarısı beş yüz (o da bizde yok) : “Tasalanmana gerek yok.” an lamında avutma sözü.

    Bin kat: Başka şeyle karşılaştırılamayacak ölçüde çok.

    Bin pişman olmak: Yaptığı şeyden çok pişman olmak.

    Bin tarakta bezi olmak : Çok şeyle uğraşmak.

    Bin yaşa : Çok yaşa anlamında.

    Bir abam var atarım nerede olsa yatarım : “Yalnız yaşayan bir kim seyim, basit bir yaşama tarzım vardır, her yerde kalabilirim.” anlamın da.

    Bir ağızdan : Hep birlikte, beraberce.

    Bir âlem : Kendine özgü şaşırtıcı nitelikleri olan.

    Bir allanın kulu : Herhangi bir kimse.

    Bir an : Çok kısa bir süre.

    Bir an önce (evvel) : Olabildiğince çabuk.

    Bir anlamda : Anlamlarından birine göre.



    Bir anlık: Pek kısa bir süre içinde olan.

    Bir ara (aralık) : -1. Bir süreç içindeki kısa bir süre; -2. Eskiden, eski bir zamanda.

    Bir araba laf: Bir yığın gereksiz, yersiz söz.

    Bir araya gelmek : Toplanmak; buluşmak.

    Bir araya getirmek: -1. Derlemek, toplamak. -2. Birleştirmek.

    Bir arpa boyu yol gitmek : Önemsiz denecek kadar az ilerleme sağ lamak.

    Bir aşağı bir yukarı (dolaşmak, yürümek) : Amaçsızca, bir yerde ora dan oraya (dolaşmak, yürümek vb.)

    Bir atımlık (atım) borutu olmak (kalmak) : Bir konuda yapabileceği pekaz şey kalmak; gücü, olanakları tükenmeye başlamak.

    Bir ayağı çukurda (olmak) : Çok yaşlanmış (olmak); ölüme epeyce yakın (olmak).

    Bir bakıma : Değişik bir görüşe göre, başka bir yönden bakılırsa.

    Bir baltaya sap olmak : Belirli bir iş tutmak, bir meslek sahibi olmak.

    Bir bardak suda fırtına koparmak : Önemsiz denecek kadar küçük bir sorunu büyütüp, kavga konusu yapmak.

    Bir başına : Yalnız olarak, yanında hiç kimse bulunmadan.

    Bir baştan (uçtan) bir başa (uca) : Bir yerin bir sınırından öbür sınırı na kadar.

    Bir ben bilirim, bir de Allah : “Çektiğim sıkıntı ve üzüntüleri ben ve Tanrı’dan başka kimse bilmez.” anlamında.

    Bir bildiği olmak : Kendine göre bir düşüncesi olmak.

    Bir bir: Teker teker, ayrı ayrı.

    Birbirine düşmek : Aralarında anlaşmazlık çıkmak.

    Birbirine girmek: -1. Kavga etmek. -2. Heyecanla oraya buraya koşuş mak.

    Birbirinin gözünü oymak : Aralarındaki geçimsizlik nedeniyle kavga etmek.

    Birbirini yemek : Sürekli kavga etmek, anlaşmazlık içinde olmak.

    Bir bok olamamak : Her hangi bir iş tutamamak meslek edineme-

    mek.

    Bîr bok yapamamak : Olumlu ya da olumsuz hiçbir şey yapamamak.

    Bir bu eksikti: “Dertler, sorunlar yetmiyormuş gibi şimdi bir de bu çık tı.” anlamında.

    Bir çırpıda : Çabucak, çok kolay biçimde.

    Bir çift söz : Birkaç söz.

    Bir çuval inciri berbat (bok, murdar) etmek : Yolunda giden bir işi, yanlış bir hareketle ya da sözle bozmak. •

    Bir daha:-1.Bir kez daha, ikinci kez.-2.Artık,ondan sonra, hiçbir zaman.

    Bir dediği bir dediğini tutmamak : Söyledikleri birbirine uymamak, tu tarsız konuşmak.

    Bir dediğini (söylediğini) iki etmemek (ikiletmemek): Onun her iste diğini yerine getirmek.

    Bir dediği iki olmamak (edilmemek): Her isteği yerine getirilmek

    Bir defa (kere) : -1. Olup biten bir durumu anlatan cümlelerde, artık o şeyin geçmiş olduğunu, geri dönülemeyeceğini anlatır. -2. Her şey den önce, ilkönce, hele. -3. Asıl önemlisi, her şeyden önemli olarak.

    Bir dereceye kadar: Makul bir ölçüye kadrar, belli bir noktaya kadar; nispeten.

    Bir deri bir kemik (kalmak) : Vücutça çok zayıf (düşmek), zayıflamış (olmak).

    Bir dirhem bal için bir keçiboynuzu çiğnemek : Faydası az zahmeti çok bir işle uğraşmak.

    Bir dizi: Birçok, bir yığın.

    Bir dokun bin ah işit (dinle) (kase-i fağfurdan ): “İnsanların dertlerini biraz deşmeye gör; hemen her türlü şikâyetlerini dile getirirler.” anla mında.

    Bir don bir gömlek (kalmak, bırakmak) : Yarı çıplak, yoksul bir du rumda (kalmak, bırakmak).

    Bir dostluk kaldı: Satıcıların malları azaldığı zaman kullandıkları özendirme sözü.

    Bir düziye : Sürekli olarak, aralıksız; bidüziye, biteviye.

    Bire bir (gelmek): (İlaç için) Kesin ve etkili (olmak).

    Bir elin beş parmağı gibi: Birbirinden hiç ayrılmayan; aralarında her hangi bir ayırım gözetilmeyen (kimseler).

    Bir eli yağda bir eli balda (olmak) : Zenginlik, bolluk içinde (olmak).

    Bire (beş, on, yüz…) vermek : (Buğday, arpa, nohut, fasulye gibi ürün ler için) Toprak atılan tohumun belli bir katı kadar ürün vermek.

    Bir günden bir güne : Hiçbir zaman.

    Bir güzel: Çok iyi, iyice, güzel bir biçimde.

    Bir hal olmak : -1. Bir şeyi çok yapmaktan usanmak, bıkmak; fenalık gelmek. -2. Davranışlar, huyu değişmek. -3. Bir.kazaya uğramak, öl mek.

    Bir hayli: Oldukça çok, epeyce.

    Bir hiç uğruna : Amaçsızca, boşu boşuna.

    Bir hoş : -1. Tatlı bir hoşluk içinde olan. -2. Garip, yadırgatıcı, tuhaf.

    Bir İçim su : Çok güzel (kadın, kız).

    Bir iğne bir iplik kalmak : Bir üzüntü, hastalık vb. nedeniyle çok zayıf lamak.

    Bir iki demeden (derken) : Karşısındakine vakit bırakmadan, hiçbir şekilde duraksamadan.’

    Bir kalemde : Toptan, bir işlemde.



    Bir kapıya çıkmak : Hepsi aynı sonuca varmak, aynı anlama gelmek; aynı kapıya çıkmak.

    Bir kaşık suda boğmak (birini) : Bir kimseye çok kızmak; kin duy mak.

    Bir kenara bırakmak (bir şeyi): Orta Önem vermemek, onu dikkate almamak.

    Bir kenara çekilmek : İlgisini kesmek; sorumluluk almamak.

    Bir kere : Aslında, gerçekte.

    Bir kıyamettir gitmek (kopmak): Çok fazla gürültü, patırtı, telaş ol mak.

    Bir kol çengi: Espirili söz ve davranışlarıyla çevresine neşe saçan kimseler için söylenir.

    Bir kofluğa iki karpuz sığdırmak : Aynı zaman içinde iki işi birden ya par durumda olmak.

    Bir köroğlu bir ayvaz: Kan kocanın çocuklarının olmadığını, yalnız ya şadıklarını belirtmek için söylenir.

    Bir köşeye ayırmak (atmak, koymak) (bir şeyi): Bir şeyi gerektiğin de kullanmak üzere bîr yere koymak, biriktirmek, saklamak.

    Bir köşeye çekilmek: Etkin görevi bırakmak. (Kars. İnzivaya çekil mek.)

    Bir kulağından girip öteki (öbür) (bir) kulağından çıkmak : Söyleni lenlere önöm vermemek, hiç uymamak, onları dikkate almamak. (Kars. Kulak asmamak.)

    Bir lokma bir hırka : Azla yetinmeyi, dervişçe yaşamayı anlatan haya) görüşü.

    Bir nalına bir mıhına : bk. Hem nalına, hem mıhma.

    Bir paralık etmek (birini): Onu utanılacak bir duruma düşürmek, re zil etmek; beş (on) paralık etmek.

    Bir paralık olmak : Değersiz, onursuz, kötü duruma gelmek; beş (on) paralık olmak.

    Bir pire için yorgan yakmak: Küçük bir zarardan kurtulmak için çok büyük bir zararı göze almak.

    Bir punduna getirmek : Bir iş için en uygun durum ve zamanı yokla mak; punduna getirmek.

    Bir saati bir saatine uymamak: Tutum ve davranışları sürekli değiş mek, tutarsız olmak; saati saatine uymamak.

    Bir sıkımlık canı olmak : Kısa boylu, cılız ve güçsüz olmak.

    Bir sürü : Çok sayıda, pekçok, birçok.

    Bir şeyciği kalmamak: İyileşmek, iyi olmak.

    Bir şeye benzememek : İşe yarar, beğenilir ve istenir durumda olma mak.

    Bir şeyler (şey) olmak : -1. Huy ve davranışları değişmek. -2. Fenalık gelmek, bayılacak gibi olmak. -3. Herhangi bir kötü durum başından geçmek.

    Bir tahtası eksik : Pek akıllı olmayan, delice İşler yapan (kimse); tah tası eksik.

    Bir taşla iki kuş vurmak : Bir davranışla, yararlı iki sonuç elde etmek.

    Bîr tek atmak : Bir kadeh içki içmek.

    Bir temiz : Adamakıllı, iyice, güzelce.

    Bir toh : Çok, çok miktarda.

    Bir tuhaf,: Garip, alışılmadık, yadırgatıcı (biçimde).

    Bir tuhaf olmak : Üzülmek, yadırgamak, ne yapacağını bilememek.

    Bir tuhaflığı olmak: Kendini iyi hissetmemek, rahatsızlığı olduğunu anlamak.

    Bir tutmak (görmek) : Aynı derecede görmek, farksız olduğunu kabul etmek, eşit saymak.

    Bir türlü : -1. Ne yapıp yapıp; hiçbir biçimde. -2. (Yinelemeli biçimde) Bir eylemin yapılması ile yapılmamasının aynı derecede tedirginlik verici olduğunu belirtir. -3. Bir başka çeşitten.

    Bir vakitler (bir vakit) : Vaktiyle, eskiden, geçmiş zamanda; bir za manlar.

    (Biri, bir şey) bir yana, dünya bir yana : Bir kimseye ya da şeye aşı rı ölçüde değer verildiği zaman kullanılır.

    Bir yastığa baş koymak : (Bir erkek bir kadın) Evlj olmak, hayatını ev li olarak sürdürmek.

    Bir yaşına daha girmek : Şaşılacak yepyeni bir durumla karşılaşmak.

    Bir yerde : Belli bir aşamada, belli bir noktada, bir bakıma.

    Bir yığın : Birçok, pekçok, çok miktarda.



    Bir yolunu bulmak : Amaca ulaştıracak çareyi, fırsatı, İmkânı bulmak.

    Bir zamanlar (zaman) : Vaktiyle, eskiden, geçmiş zamanda.

    Bitkin düşmek : Çok yorulmak ; halsiz düşmek.

    Boca etmek (bir şeyi) : Onu birdenbire ters çevirip içindekileri boşalt mak.

    Boğaz boğaza gelmek : Kavga etmek; gırtlak gırtlağa gelmek.

    Boğazı kurumak :,Çok konuştuğu için su içmek gereksinmesini duy mak; damağı kurumak.

    Boğazına basmak : Birini bir işi yapması için zorlamak; gırtlağına basmak.

    Boğazına dizilmek (boğazından geçmemek) : İştahsızlık vb. neden lerle yemeğin tadına varamamak.

    Boğazına düğümlenmek ; Heyecan, korku, vb. yüzünden söyleyecek lerini söylememek.

    Boğazına düşkün : Yemeği ve içmeyi çok seven (kimse); gırtlağına düşkün.

    Boğazına kadar borca girmek: Çok borçlanmak ; gırtlağına kadar borca girmek.

    Boğazına sarılmak : Kavgaya girişmek, peşini bırakmamak; gırtlağı na sarılmak.

    Boğazından kesmek: Para arttırmak için yiyeceğinden kısıntı yap mak; gırtlağından kesmek.

    Boğaz kavgası: Geçimini sağlamak için uğraşma.

    Boğaz tokluğuna (çalışmak) : Sadece karnını doyurma karşılığında (çalışmak).

    Boğuntuya gelmek : Aldatılmak, kandırılmak

    Boğuntuya getirmek : Şaşırtma yoluyla birisine yüksek fiyatla mal sat mak ya da düşünmesine fırsat vermeden bir şeyi kabul ettirmek.

    Bohçasını koltuğuna vermek : Kovmak, defetmek, işine son vermek.

    Bok atmak (bulaştırmak, sürmek) (bir şeye, birine) : Ona iftira et mek (Kars. Kara çalmak.)

    Bok etmek (bir şeyi*) : Onu bozmak, berbat etmek.

    Bokluğu çıkmak: Bozuk, kötü, kirli yönü ortaya çıkmak.

    Bokluk etmek : Kötü davranmak, bir işi kötü duruma getirmek.

    Boku bokuna : Bir hiç uğruna; boşu boşuna, yok yere.

    Bokunda boncuk bulmak : Birine layık olmadığı değeri ve önemi ver mek.

    Bokun soyu : Kızılan, nefret edilen (kimse ya da şey).

    Bok yemek düşer (birine) : “O küstahlık etmesin, bu işe karışmasın.” anlamında.

    Bok yemenin Arapçası: Densizliğin, küstahlığın en büyüğü.

    Bok yoluna gitmek : Bir hiç uğruna yaşamını yitirmek. Bol keseden : Ölçüsüz olarak.

    Bol keseden atmak : Yerine getirilmesi güç vaatler bulunmak.

    Bombardıman etmek (birini) : Bir kimseye ağır sözler söylemek. Borca batmak: Borcu çok olmak. Borca girmek ;* Borçlanmak.

    Borç bilmek (bir şeyi): Bir şeyi yapmayı, kendisi için zorunlu bir gö rev olarak kabul etmek.

    Borç bini aşmak (borç gırtlağa çıkmak): Borç, ödemesi güç bir du ruma gelmek.

    Borç harç : Borçlanarak, borca girerek.

    Borçsuz harçsız : Hiç borca girmeden.

    Boru mu (bu)? (boru değil) : “Küçümsenecek, önem verilmeyecek şey değil.” anlamında.

    Borusunu çalmak (birinin): Çıkar sağlanan kimsenin hoşuna gide cek, düşüncelerine uygun düşecek davranışlarda bulunmak.

    Borusu ötmek: Nüfuzu olmak, sözü dinlenmek, sözü geçmek.

    Bostan korkuluğu : Görevini yapmayan, etrafına sözünü geçiremeyen kimse.

    Boşa çıkmak : Gerçekleşememek, sonuç vermemek; boş çıkmak.

    Boşa gitmek: Hiçbir işe yaramadan yok olmak; havaya gitmek.

    Boşa koysam dolmaz, doluya koysam almaz: ‘Hiç bir çözüm yolu bulamıyorum.” anlamında.

    Boş atıp dolu tutmak (vurmak): -1. Umutsuz gibi görünen bir işten olumlu sonuç almak. -2. Doğruluğuna inanmadan söylenilen söz ger çek çıkmak.

    Boş bulunmak : Dikkatsiz ve dalgın bir durumda bulunmak.

    Boş çıkmak : (Umut edilen şey) Gerçekleşememek; boşa çıkmak.

    Boş gezenin boş kalfası: İşsiz güçsüz dolaşan kimse için kullanılır.

    Boşta kalmak (boşta gezmek); İşsiz güçsüz kalmak.

    Boşu boşuna : Hiç gereği yokken, hiçbir kazanç sağlamadan; boş ye re.

    Boş vermek (bir şeye, birine) : Ona önem vermemek, aldırmamak.

    Boş yere : Boşuna, gereksiz yere; boşu boşuna.

    Boyacı küpü değil ki (hemen daldırıp çıkarasın) : “Bu iş o kadar ko-x lay ve çabuk yapılamaz, belli bir emek ve zamana ihtiyaa vardır.” an lamında.

    Boy atmak (boya çekmek): (Çocuk, için) Boyu uzamak, boylanmak.

    Boy göstermek : Gösteriş olsun diye ortalıkta görünmek.

    Boy bos (pos) : İnsanın boy açısından görünümü.

    Boylu boslu (poslu): Boyu uzun, gösterişti; yakışıklı (kimse).

    Boylu boyunca : Bütün boyu ile, boyu uzunluğunca.



    Boynu bükük : -1. Acınacak, zavallı kimse İçin söylenir. -2. Acınacak, yardım bekler bir durumda.

    Boynu eğri: Bir kimsenin İstediğini yerine getirmek durumunda olan, bu isteği borç bilen.

    Boynu kopsun (boynu altında kalsın) : “Ölsün, gebersin” anlamında beddua.

    Boynum kıldan ince : “Haksız olduğum anlaşılırsa, verilecek her ceza ya boyun eğeceğim.” anlamında.

    Boynunu bükmek : Kendisine aandirıa davranışta bulunmak.,

    Boynunun borcu : Bir kişinin yapmak zorunda olduğu iş.

    Boynuz isterken kulaktan olmak : Daha iyi bir şey elde etmek ister ken elindekini de yitirmek.

    Boynuz takmak (dikmek) (birine) : Kadın başka bir erkekle ilişki kura rak kocasını aldatmak.

    Boy Ölçüşmek (biriyle) (bir şeyle) : Yeterliğini,, üstünlüğünü göster mek için onunla yarışmak.

    Boy pos : bk. Boy bos.

    Boyu boyuna, huyu huyuna uymak : Birbiriyle denk, uyumlu olmak.

    Boyu (boyu boşu) devrilsin : “ölsün.” anlamında beddua.

    Boyundan büyük işlere karışmak: Başaramayacağı işlere kalkışmak.

    Boyunduruk aftına girmek: Başkasının (başka bir devletin) baskı ve buyruğu altında yaşamak.

    Boyun eğmek: Güçlü birinin isteğini zorla ya da istemeyerek kabul et mek.

    Boyunun ölçüsünü olmak : Giriştiği bir işte başarısızlığa uğrayıp bece riksizliğini ya da yetersizliğini anlamak.

    Boy vermek: -1. {İnsan İçin) Suyun derinliğini boyu ile ölçmek. -2. (Bitki için) Gelişmek, uzamak.

    Bozguna uğramak (bozgun vermek, bozgun yemek) : Bir karşılaş mada, savaşta yenilip perişan bir duruma düşmek.

    Bozuk çalmak: Sinirli, canı sıkkın olduğunu davranışlarıyla göstermek.

    Bozuk para gibi harcamak (birini): Bir kimsenin değerini sıfıra indir mek, onu başkalarının yanında küçük düşürmek.

    Bozum olmak : Utanacak duruma düşmek (Kars. Küçük düşmek.)

    Bozuntuya vermemek : Olup bitenleri anlamamış, görmemiş, söyle nenleri duymamış gibi davranmak, durumu İdare etmek.

    Böylesine can kurban : “Benzerlerine oranla daha iyi, daha güzel olanlar için her türlü fedakârlığa katlanır.” anlamında.

    8u aptestle çok namaz kılınır: “Küçümsenen bu tutumla, inanışla ya da araçla işler daha çok yürütülür.” anlamında.

    Bucak bucak aramak (birini) : Onu her yerde aramak.

    Bucak bucak kaçmak (saklanmak) (birinden, bir şeyden): Onunla

    karşılaşmaktan sakınmak.

    Bu gidişle : Bu biçimle, bu tempoyla.

    Bu gözle : Bu anlayışla.

    Bugünden tezi yok : Hemen şimdi, ilk fırsatta.

    Bugüne bugün : Bugünkü ölçülere, değerlendirmelere göre.

    Bugünlük yarınlık : Pek yakında olması beklenen şeyler için kullanılır.

    Bugün yarın : Bir iki gün İçinde.



    Bulanık suda balık avlamak: Karışık bir durumdan yararlanıp çıkar sağlamaya bakmak.

    Bulantı vermek (bir şey birine) : O şey onu kusacak duruma getir mek, midesini bulandırmak.

    Buldukça bunamak: Bulduğuna şükretmemek, daha çoğunu İste mek.

    Buldumcuk olmak: Eline geçen bir şeyden ötürü fazlaca sevinmek.

    Bulunmaz Hint (Bursa) kumaş1! mı? : ‘Az bulunur, çok değerli bir şey ya da kimse değil ya!” anlamında alay yollu söylenir.

    Bulup buluşturmak: Ne yapıp yapıp bulmak, büyük bir çaba sonucu sağlamak.

    Bulut gibi: -1. (Sinek vb için) Yoğun. -2. Aşın ölçüde (sarhoş).

    Buluttan nem kapmak : En küçük bir, şeyden bile alınmak, çok alın gan olmak.

    Bundan böyle : Bundan sonra.

    Bundan iyisi can sağlığı: “Bundan daha iyisi olamaz.1 anlamında.

    Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu : “Sözleri ve davranışları birbirini tutmuyor.” anlamında.

    Bununla birlikte (beraber): -1. Buna bağlı olarak. -2. Şu da var ki, ay rıca.

    Burnu bile kanamamak : Büyük bir kazayı herhangi bir yara bere al madan atlatmak.

    Burnu büyümek : Kendini büyük biri olarak görmeye başlamak; baş kalarını beğenmemek.

    Burnu havada (burnu büyük, burnu Kaf dağında): Kibirli, herkese yukarıdan bakan kimse için söylenir.

    Burnuna barut kokusu gelmek : bk. Barut kokusu gelmek.

    Burnundan (fitil fitil) gelmek : Elde ettiği güzel bir şey, sonradan olan tatsızlıklar nedeniyle kendisine zehir olmak; ağzından burnundan gelmek.

    Burnundan getirmek: Birini bir şeyi yaptığına yapacağına pişman et mek; ağzından burnundan getirmek.

    Burnundan kıl aldırmamak: Kendisine hiçbir söz söyletmemek, huy suz ve gururlu olmak, eleştiriye tahammülü olmamak.

    Burnundan solumak : Çok öfkelenmek, sinirlenmek.

    Burnunda tütmek (bir şey, yer, kimse) : Onu çok özlemek, istemek, aramak; gözünde tütmek.

    Burnunu kırmak : Kİrbirii bir kimseyi güç duruma sokup, artık büyükle-nemez duruma getirmek.

    Burnunun dikine (doğrusuna) gitmek : Başkalarının öğütlerine kulak asmayıp kendi bildiği gibi davranmak.

    Burnunun direği kırılmak : Pis koku yüzünden rahatsız olmak

    Burnunun direği sızlamak: Çok üzülmek.

    Burnunun ucunu görmemek : Sarhoşluk, dalgınlık nedeniyle basaca ğı yeri görememek.

    Burnunu sokmak (bir şeye) : Kendisini ilgilendirmeyen işe karışmak.

    Burnu sürtülmek : Zorunlu, yorucu olaylar yaşamak, zorunluklan öğ renmek bunlardan ders almak.

    Burnu yere düşse almaz: Kendini beğenmiş, kibirli kimse için söyle nir.

    Burun buruna gelmek (biriyle, bir şeyle) : Onunla beklenmedik bir anda karşılaşmak (Kars. Yüz yüze gelmek.)

    Burun kıvırmak (bir şeye): Onu beğenmemek, küçümsemek.

    Bu yakınlarda : Oldukça yakın bir zamanda, bir yerde.

    Buyur etmek (birini) : Konuğu “buyurun” diyerek içeri almak ya da sofraya çağırmak.

    Buyurun cenaze namazına : “Bir terslik oldu, artık yapılacak bir şey yok.” anlımanda.

    Buzdolabına koymak (bir şeyi): Bir sorunun çözümünü ileri ki bir tari he bırakmak. (Kars. Askıya almak.)

    Buz kesilmek : Üzücü bir olay karşısında donup kalmak.

    Buz kesmek: -1. Çok üşümek. -2. Hava çok soğumak.

    Buz üstüne yazı yazmak : Süresi ve etkisi pek az olan bir iş yapmak, sözleri etkisiz kalmak.

    Bülbül gibi konuşmak (okumak) : Kolaylıkla konuşmak (okumak).

    Bülbül gibi söylemek (bir şeyi): Hiçbir şeyi saklamadan, herşeyi soy lemek.

    Bütün bütüne : Büsbütün, tamamıyla, tamamen.

    Büyük apdest : İnsan dışkısı, kaka.

    Büyük aptesi gelmek : Kaka (dışkı) yapmak gereksinmesi duymak.

    Büyük görmek (birini, kendini) : Birini ya da kendini yüceltmek, oldu ğundan üstün tutmak.

    Büyük oynamak : -1. Büyük para ile kumar oynamak. -2. Bir işe riskle rini, zararlarını göze alarak girişmek.

    Büyük (laf, söz) söylemek : Yapıp yapamıyacağı belli olmayan bir iş konusunda kesin konuşarak övünmek.

    Büyümüş de küçülmüş : Konuşmaları, davranışları büyüklere benze yen çocuk için söylenir.




Aktive Benutzer

Aktive Benutzer

Aktive Benutzer in diesem Thema: 1 (Registrierte Benutzer: 0, Gäste: 1)

Berechtigungen

  • Neue Themen erstellen: Nein
  • Themen beantworten: Nein
  • Anhänge hochladen: Nein
  • Beiträge bearbeiten: Nein
  •