Muradına Nail Olan Dilber
Eski zamanda ihtiyar bir kadının sevgili bir kızı vardı. Bu kız, o kadar güzel o kadar güzeldi ki hiçbir yerde eşine rast gelen olamazdı.
Kız, her zaman odasında oturarak nakış işlemekle vakit geçirirdi. Bir gün, akşam üzeri, pencereden içeri bir kuş girdi. Kızın sağ omzuna kondu, kulağına dedi ki:
– Sultanım! Sen kırk gün, kırk gece bir cenaze bekleyeceksin ve ondan sonra muradına nail olacaksın.
Bunu söyledikten sonra, kuş uçup gitti. Kız, o gece düşünerek yatıp uyudu.
Ertesi gün, akşam olunca, kuş yine geldi. Kızın sağ omzuna kondu, kulağına aynı sözleri söyleyerek uçup gitti. Telaşa düşen kız, bu kuşun nasıl geldiğini ve ne söylediğini annesine anlattı. Annesi de, akşam üzeri yüklüğün içine saklanarak bu kuşu görmek istedi.
Kuş yine pencereden içeri girdi, kızın sağ omzuna kondu, kulağına:
– Sultanım! Sen kırk gün, kırk gece bir cenaze bekleyeceksin ve ondan sonra muradına nail olacaksın, diyerek pencereden uçup gitti.
Annesi bunu görüp işitince, pek telaşa düştü. Kızını alıp evden kaçmak istedi. Ortada yükte hafif, pahada ağır ne kadar eşya varsa hepsini topladı, kızıyla beraber yola çıktılar.
Gide gide büyük bir sarayın önüne geldiler. Sarayın dışında bir köşeye oturdular. Gece olunca, uykuya daldılar.
Ana kız uyurken kuş yine geldi, kızı kaptı, havaya uçurdu. Sarayın içine sokarak odalardan birine bıraktı, pencereden uçup gitti.
Kız, gözlerini açınca bir de ne görsün! Kendisi, büyük, ihtişamlı, güzel bir saray odasında; annesi de yanında değil! Odanın ortasında bir yatak, yatağın içinde bir cenaze var. Kız bunu böyle görünce, aklı başından gitti: “Eyvah, bu kuş yalan söylemiyormuş. Alnımın yazısı bu imiş!” dedi. ‘ ‘
– Kızın annesi de sabah olup gözlerini açınca bir de baktı ki yanında kızı yok! Kendi kendine: “Eyvah, kızımı kuştan kaçırırken, ben kendi elimle kaybettim.” dedi. Saçını başını yolarak evine döndü, gece gündüz ağladı. O orada ağlayadursun, biz gelelim kıza.
Kız da sarayın içinde, yalnız başına cenazeyi bekliyor, gece gündüz ağlıyordu. Nihayet, otuz dokuzuncu gece de tamam oldu. Kız, pencerenin önünde oturmuş mahzun mahzun denize bakıyordu. Saraya doğru bir geminin geldiğini gördü, sevindi. Gemi, sarayın önünden geçerken kız, kaptana seslendi:
– Al şu on bin kuruşu da bana bir halayık (kadın hizmetçi) ver, dedi.
Kaptan, on bin kuruşu aldı, kıza bir halayık verdi. Kız, gemiye bir ip uzatarak halayığı yukarı çekti ve boynuna bir dizi altın taktı. Tam kırkıncı gün olunca, kız halayığa:
– Sen burada otur, şu cenazenin başında biraz dur da ben, sarayın öteki odalarını gezeyim, diyerek odadan çıktı.
Halayık, odanın içinde yalnız kalınca bir de ne görsün! Yatakta yatan cenaze, derin derin nefes almıyor mu! Halayık, şaşkın şaşkın bakarken cenaze dirildi, yataktan kalktı ve cariyeye dedi ki.
– Vay, kırk gün, kırk gece başucumda sen mi bekledin? Halayık, yalan söyledi:
– Evet, ben bekledim, dedi.
Meğerse, yatakta yatan bu cenaze Hanzade imiş. Kendi kendine and vermiş ki kırk gün kırk gece başucunda kim beklerse, dirilir dirilmez o bekleyen kızla evlenecek.
Hanzade, halayığa sordu:
– Burada senden başka kimse var mı?
Halayık, bir yalan daha söyledi:
– Evet, şu odada benim bir halayığım var. Onu para ile satın aldım, diyerek, öteki odadan kızı çağırdı:
– Kız, gel. Efendi seni istiyor, dedi.
Kız içeri girince, bu işlere şaştı kaldı. Fakat hiç sesini çıkarmadı. Hanzade halayığı nikahladı. Hanım ise halayık kıyafetine girerek aşağı yukarı hizmete başladı. Artık eski halayık hanım, hanım da halayık olmuştu.
Bir gün Hanzade, gemiye binerek seyahate çıkmak istedi. Hanıma hediye olarak ne istediğini sordu. Hanım da bir elmas gerdanlık istedi. Halayığa ne istediğini sordu, halayık:
– Bana bir sabır taşı getir. Başka bir şey istemem, dedi Eğer bu hediyemi unutursan bindiğin geminin önü zifiri siyah duman olsun.
Hanzade, gemiye bindi, yola çıktı. Yemen’e gitti, bir kaç ay zarfında işlerini bitirdi. Hanımın hediyesini alıp halayığın hediyesini unutarak gemiye bindi. Fakat gemi yürümüyordu çünkü önü zifiri siyah duman olmuştu, yollar hiç görünmüyordu. Kaptan:
– İçinizde ilenmeye (beddua) uğramış bir adam varsa dışarı çıksın, diye bağırdı.
Hanzade bunu işitince, halayığın emanetini hatırladı. Gemiyi geriye çevirip sahile çıktı, sabır taşını alarak gemiye tekrar bindi. Artık siyah duman kalmamıştı. Gemi kuş gibi uçarak yol aldı.
Hanzade saraya gelince, hanımla halayık, kendisini merdivenlerden karşılayarak saraya aldılar. Hanzade, emanetleri sahiplerine verdi. Hanım ve halayığı memnun etti.
Gece olunca halayık, odasına çekilerek yattı. Hanzade ile hanım da yattılar. Fakat, Hanzade’nin gözüne uyku girmiyordu. Kendi kendine, “Bu halayık, sabır taşını ne yapacak acaba?” diye düşünüyordu. Nihayet, o kadar meraklandı ki hanım uykuda iken, yataktan atladı, halayığın odasının kapısına kadar geldi.
Kız, odanın ortasına, oturmuş, sabır taşını da yere koymuştu. Üstüne eğilerek taşa diyordu ki:
– Ey sabır taşı! Ben vakti zamanında annemin kıymetli evladı idim. Bir gün nakış işliyordum. Pencereye bir kuş geldi. Bana dedi ki: “Sultanım! Kırk gün, kırk gece bir cenaze bekleyeceksin, ondan sonra muradına nail olacaksın.” Oradan bir hâl ile bu saraya geldim, otuz dokuz gün, otuz dokuz gece, Hanzede’yi bekledim. Ey sabır taşı! Sen olsan buna nasıl sabredersin?
Sabır taşı, puh puh edip şişti. Kız hikâyesine devam etti:
O gün denizden bir gemi geçiyordu. Gemiden on bin kuruşa bir halayık satın aldım. Kırkıncı gün olunca, bu halayığı odada bırakıp dışarı çıktım. Cenaze, ben yokken dirildi. Halayığı kendisine nikâh etti. Ey sabır taşı sen olsan buna sabreder misin?
Sabır taşı, yine puh puh ederek şişti. Kız, hikâyesine devam etti:
– Ben hanım, o halayık idi. Ben halayık oldum. Ona hizmet ettim, hala da hizmet ediyorum. Ey sabır taşı! Sen olsan buna nasıl sabredersin?
Sabır taşı, puh puh edip şişti, sonra da çatladı. Kız, bunun üzerine:
– Ey sabır taşı! Sen sabredemedin, çatladın, ya ben nasıl sabredeyim? Bari kendimi tavana asayım, diyerek, ayağının altına iskemle koydu. Kendini tavana asacakken Hanzade kapıyı kırdı, hemen içeriye girdi kızı hemen yere indirdi. Ona dedi ki:
– Sultanım! Bunca vakittir sen beni bekledin de niçin bana haber vermedin?
Hanzade, sonra kendi odasına koştu. Uykudaki kadını uyandırdı ve ona sordu:
– Kız! Söyle bana. Kırk katır mı istersin, kırk satır mı?
Pek ziyade şaşırarak uykusundan uyanan kadın:
– Oh.. Kırk satır düşmanımın başına olsun. Ben kırk katır isterim ki üstüne binip memleketime gideyim! dedi.
Bunun üzerine Hanzade, bu kadını boşayarak kırk katırın kuyruğuna bağlayarak salıverdi. Sonra fedakar kızı kendisine“nikâh etti. Annesini de saraya aldırdı, Kırk gün, kırk ‘gece düğün dernek oldu. Bahtiyar yaşadılar.
Darısı, memleketimizin bütün dilberlerinin başına…
Peyami Safa – Billur Köşk Masalları
Kategoriler
- Atasözü ve Deyim Hikayeleri
- Başarı Hikayeleri
- Bilgelik Hikayeleri
- Aşk Hikayeleri
- Çocuk Hikayeleri
- Çocuk Klasikleri
- Dede Korkut Hikayeleri
- Dini Hikayeler
- Düşündüren Eğiten Hikayeler
- Duygusal Hikayeler
- Dehşet Hikayeleri
- Efsane Hikayeler
- Eğlenceli Hikayeler
- Guy de Maupassant Hikayeleri
- Halk Hikayeleri
- Genel Hikayeler
- İbretlik Hikayeler
- Kahramanlık Hikayeleri
- Çocuk Masalları
- Kısa Hikayeler
- Korku Hikayeleri
- Macera Hikayeleri
- Mesneviden Hikayeler
- Nasrettin Hoca'dan Seçmeler
- Okul Hikayeleri
- Ömer Seyfettin Hikayeleri
- Roman Özetleri
- Seçme Hikayeler