“Şehzadenin Dönüşü”
VAKTİYLE AZERBAYCAN’IN Gence şehrine zalim ve ahlâksız bir şehzade hükmediyordu. Bir gün sarhoş olmuş, kafası tütsülü, elinde kocaman bir kadeh, şarkı söyleyerek mescide girdi.O sırada mescidin bir köşesinde, sözü sohbeti tatlı, temiz kalpli bir âlim, çevresinde toplanan cemaate vaaz etmekle meşguldü.
İnsana böyle olmak yaraşır. İnsan ya âlim olmalı ya da âlimi dinlemeli.
Ancak o haylaz, ahlâksız şehzadenin sarhoş olarak mescide gelmesi ve orada saygısızlığa başlaması, bu mübarek insanların gönüllerini perişan etmişti.
Ama bu çirkin davranışları yapan padişah veya şehzade olunca, ona kim ne söyleyebilir? Aksine, “sarımsak gül kokusunu bastırır, keman sesi davula yenilir.”
Yalnız, insanın kötülüğe elle mani olma imkanı varsa, elsiz ayaksız durması da yakışık almaz. Yanlış bir şeye elle engel olunması mümkün değilse, dil ile engel ol! Çünkü bir çok kötüleri dil ile, yâni öğütle yola getirmek mümkündür. Bu da olmazsa, o zaman gönül ehli himmet ederek bu işe engel etmeye çalışırlar.
Mescitteki cemaatten biri kalktı ve sohbette bulunan âlim zatın önünde başını secdeye koydu. İnleyip ağlayarak yalvardı ve şöyle dedi:
“Ey aziz büyüğüm! Biz elsiziz, dilsiziz, bir şey yapamıyoruz. Bu sarhoş kendini bilmeze beddua edin! Çünkü velayet sırlarına vakıf bir kalbin yanık bir nefesi, yetmiş kılıçtan daha kuvvetlidir.”
O, gün görmüş, edepli zat ellerini açtı:
“Ey yerlerin ve göklerin sahibi olan Rabbim! Bu çocuk çok mutlu ve neşeli, her şey gönlünce gidiyor. Sen onun neşesini daim et, her anını keyifli kıl!” dedi.
Duayı işitenlerden biri şöyle sordu:
“Ey doğruluğun önderi! Neden bu kötüye iyilik diledin? Bir zâlimin iyiliğini dilemekle halka fenalık etmiş olmadın mı?” İleri görüşlü ve basiretli âlim şöyle cevap verdi:
“Madem ki sözün sırrını anlamıyorsun, o halde sus! Ben ona Cenab-ı Hakkın tövbe nasip buyurmasını diledim. Fakat amacımı ince ve nükteli bir şekilde ifadeye çalıştım. Zira her kim çirkin huyundan vazgeçerse, Cennette sonsuz bahtiyarlığa kavuşur. Şarabın zevki üç beş gün sürer. Halbuki o terk edilirse ebedi zevklere, sonsuz lezzetlere kavuşulur.”
Ertesi gün, oradakilerden biri saraya koşarak bu güzel sözlü âlimin dediklerini şehzadeye anlattı. Delikanlı bu sözlerden çok etkilendi. Pişmanlığından gözlerinden yağmur gibi yaş aktı. Utancından gözleri yere çivilendi. Tövbe etmek için içinde bir arzu uyandı. Gönlü ateşlerle yandı.
Medet dilemek üzere, o temiz gönüllü Allah dostuna bir adamını gönderdi.
“Lütfen zahmet edip buyursunlar, doğru yolu bulamayan başımı ayağının altına koyayım. Cahilliğimden, çapkınlığımdan, sarhoşluğumdan, her fenalığımdan vazgeçeyim” dedi.
Bunun üzerine âlim zat, şehzadenin sarayına geldi. Askerler iki taraflı dizilerek onu selâmladılar. Âlim, salonun sağını solunu gözden geçirdi. Gördü ki, helva var, meyve var, mum var, şarap var. Yani hiçbir şey noksan değil. Saray nimetler içinde yüzüyor. Fakat insanlar harap ve perişan. Kimi sarhoş kendini kaybetmiş yatıyor, kimi elinde kadeh şarkı söylüyor. Bir yanda çalgıcılar coşmuşlar, öteden sâkinin “İç!” diyen sesi geliyor. Saray memurları o ateş renkli şaraplarla, oralarda buralarda sızıp mahvolmuşlar. Kibir dolu devlet büyüklerinin içinde gözü yumulmadık kimse yok. Def saza uymuş, ney aralarından yanık bir şikâyetle yükseliyor.
Şehzade, bu mübarek zatı karşısında görünce hemen emir verdi. Sazları bir anda paramparça ettiler. Çengleri kırdılar, tellerini dağıttılar.
Okuyanlar şarkılarını kesti, süt dökmüş kedilere döndüler. Şaraphanedeki küpler taşa tutuldu. Şarap testileri beyaz mermerlere boşaltıldı. İçlerindeki şarap, kaz kanı gibi şarıl şarıl aktı. Gene şehzadenin emriyle, saray meydanının taşlarını söktüler, üzerlerini kazıdıktan sonra yerlerine yeniden yerleştirdiler. Çünkü beyaz mermerlerin üzerinden o yakut renkli şarabın allığı yıkamakla çıkmıyordu. O gün lağımlar
sarhoş olduysa şaşmamalı, çünkü dökülen bunca şarabı o içti.
Artık kim eline bir kopuz alsa, halkın elinden def gibi tokat yiyor; hangi sapkın adam, omzunda bir saz götürse, tambur gibi kulağı buruluyordu.
Vaktiyle kibir ve kuruntudan sarhoş olan bu genç şehzade, şimdi ihtiyarlar gibi ibadet köşesine çekilmişti.
Halbuki babası onu daha önce kaç kere ikaz etmiş:
“Oğlum, bu çirkin huylarından vazgeç, akıllı ve mantıklı hareket et” diyerek uyarmıştı. Hatta tehdit etmiş, cezalandırmış, zindana bile atmış, fakat bunların hiçbiri kendisine, bu âlimin öğüdü kadar tesirli olmamıştı.
O genç şehzade ki, bir zamanlar kim kendisine:
“Şu yaptıkların yanlış, bu hatalı yoldan dön, yoksa Cehennem seni bekliyor” şeklinde öğütler verecek olsa, gururunun verdiği öfkeyle, başını kestirir, onu sağ bırakmazdı.
* * *
Yumuşaklıkla, düşmanın derisini yüzebilirsin. Halbuki sert davranış dostu bile düşman eder. Küçük büyük her insana karşı iyi huylu ol! Yumuşak davranırsan fakir sana kul, kurban olur. Zengin de yumuşar, tevazu gösterir. Büyüklerle konuşurken sert söyleme. Ondan sertlik görürsen sen yumuşak ol. Unutma ki, başarı tatlı dille kazanılır.
* * *
Bostan ve Gülistan-Seçme Öyküler-Şeyh Sâdi Şirâzî
Haz. Can Alpgüven
dini hikaye, hikaye, dini hikaye oku, dini hikayeler, dini hikaye okuma, islami hikayeler, Bostan ve Gülistan, Seçme Öyküler, Şeyh Sâdi Şirâzî, seçme hikayeler, şehzade,
Kategoriler
- Atasözü ve Deyim Hikayeleri
- Başarı Hikayeleri
- Bilgelik Hikayeleri
- Aşk Hikayeleri
- Çocuk Hikayeleri
- Çocuk Klasikleri
- Dede Korkut Hikayeleri
- Dini Hikayeler
- Düşündüren Eğiten Hikayeler
- Duygusal Hikayeler
- Dehşet Hikayeleri
- Efsane Hikayeler
- Eğlenceli Hikayeler
- Guy de Maupassant Hikayeleri
- Halk Hikayeleri
- Genel Hikayeler
- İbretlik Hikayeler
- Kahramanlık Hikayeleri
- Çocuk Masalları
- Kısa Hikayeler
- Korku Hikayeleri
- Macera Hikayeleri
- Mesneviden Hikayeler
- Nasrettin Hoca'dan Seçmeler
- Okul Hikayeleri
- Ömer Seyfettin Hikayeleri
- Roman Özetleri
- Seçme Hikayeler